0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

37. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

16.  UYUYAN GÜZEL.

Buradaydı.

Kızımı bulmuştum. 

Cennetin nasıl bir yer olduğuyla ilgili sayısız duyumum ve bilgim vardı. Papaz dedem, küçükken beni elimden tutup kiliseye götürdüğü birkaç defasında cennet ve cehennemle ilgili benimle konuşmuştu. Daha sonraki yaşlarımda hayatın kendisi bana bu iki kelimenin çağrıştırdığı şeyleri öğretmişti. Fakat tam olarak nasıl hissettireceğini tahmin edemezdim. Böyle hissettiriyormuş. Cennette olmak. 

Kalbimin etrafındaki yumuşak bulutlar. Çok yükseklere çıkıp o bulutlara dokunan bir kelebek. Söylenenlere göre ömrü kısa ama kalbi hâlâ atan o kelebek.

Kalp atışım göğsümden zıplayıp boğazıma kadar çıktığında, tüm vücut parçalarımı ağzımdan kusacağımı sandım. O narin, beni saran duygunun hissettirdiklerine inanamayarak Deren'e kafamı iki yana salladım. O ise, karşı koyuşumu bir gülümsemeyle karşılayarak söylediklerini doğruladı. Vücudum ileri mi yoksa geri mi gitti anlamadım ama yerinden kıpırdamıştı. Deren'in gülüşüne kadar gittiğimi, mesafemiz azaldığında anladım ve sanırım beni içeriye götürmesi için parmaklarına dokundum. "Uyuyor mu?" diye sordum, başım dönerken.

Şaşkın sessizlik tüm herkesi esir almaya devam ederken, Deren konuşan dudaklarıma doğru bakıp başını aşağı yukarı salladı. "Gözleri kapalı, yatakta, makinelere bağlı."

Gerçek. Daha önce rüyamda Deren'e dokunduğumu bu kadar derinden hissettiğim olmamıştı. O zaman Deren gerçekti, o gerçek ise içeride yatan kızım da gerçekti. Nefesim bir hıçkırıkla kesildi ve gözlerim onun açık bıraktığı kapıdan içeriye yöneldi. Katılaşan bedenimi hareket ettirip birkaç adım daha ilerledim ve diğer elimle kapıyı itip tamamen içeriye girerken kafamı aşağıdan kaldıramadım. Yerdeki döşemeleri gözlerimle takip ettim ve yatağın ayaklarını görünce durdum.

Başımı küçük bir açıyla yukarıya kaldırdım.

Kızım Karina'yı gördüm.

Kalbimi buldum. 

Yüzü, beyaz kılıfı olan, yüksekte duran bir yastığın üzerindeydi ve vücudu kusursuz bir çizgi gibi düz şekilde yatakta uzanıyordu. Bir metre ilerideki yüzüne bakarken başımdaki dönme şiddetlendi ve gözlerimin arkası yanmaya başladı. Daha kızımı doyasıya göremeden bakışlarımın buğulanıp kaymaya başladığını fark ettim ve hıçkırarak Karina'ya doğru bir adım attığımda bacaklarımın tutmadığını anladım. Gözlerimin önü tamamen kararırken, bir anda düşmeye başladım.

"Karmen!" diyerek tuttu beni Deren belimden ve katlanmış gibi duran vücudumu kollarına yatırarak yanağıma hafifçe dokundu. Gözlerimdeki kararmanın geçmesini bekledim ve tekrar açtığımda, endişeli bakışlarını gördüm. "Bayılacağını söylemiştim." Dokunup yanağımı sildi, ancak o zaman mutluluk gözyaşlarımı fark ettim.

"Rüya mıydı? Uyandım mı?" dedim korkarak.

Gözlerinde acı belirdi. "Gerçek."

"Ka... Karina," diye heceledim.

"Evet, o Karina."

O Karina. Karina burada. Aramızda bir metre var. 

Kalbim nasıl hem göğüskafesimin içinde hem de orada olabilirdi?

Karina'nın bana rüyamda ayağa kalk, demesini hatırladım ve onun yanında ayaklarımın üzerinde duramamak ağrıma gitti. Bir güç beni o saniye ele geçirdi. Deren'in kollarından çıkarken tedirgin gözlerini hissettim ama aldırmadan başımı bir daha çevirdim. 

Karina'ya bakarak yürüdüm.

Deren hâlâ parmaklarımı tutarken Karina'ya yaklaşarak yüzünü izledim. Oda sıcaktı, üşümüyor olmalıydı ama buna rağmen teni soluktu. Omuz hizasındaki saçları dümdüz şekilde yastığa düşmüştü. Bedeni, omuzlarına kadar örtünün altındaydı ve kıpırtısız duruyordu. Çarşafın altından bedenine uzanan kablolar vardı, aynı şekilde sus çizgisini takip ederek burnundan içeriye girmiş bir kablo. Makineler sakince, ses çıkarmadan çalışıyor ve inanılmaz olsa da Karina orada, her şeyden habersizce yatıyordu.

"Kızım," diyerek yanına ulaştım. Aylar sonra ilk kez hayaline değil, kendisine kızım demiştim. "Annen geldi. Seni almaya geldi."

Ağzımdan bir sessiz hıçkırık daha kaçtı ve gözlerimdeki damlalar akmaya başladı. Elimin tersini dudaklarıma bastırıp hasretle, özlemle, inanamayarak yüzüne, kaşına, gözüne, kirpiğine baktım. Yüzünde hiçbir yara izi yoktu, fotoğraftakinden iyi görünüyordu. Dudakları normalde vişne rengi gibi kırmızı olurdu ama bu kez solgun bir pembeydi, damarlarının maviliği ve nefesinin tizliği hemen gözlerime değdi.

Nefesi... Nefesimin nefesi.

Karina nefes alıyordu.

Kalbi atıyordu.

"Aman Tanrı'm," dedim bir şokla daha sarsılarak. "Aman Tanrım! Deren, Deren kızım burada..."

"Evet," diyerek kızımla bana yaklaştı. "Burada. İstediğin kadar bakabilirsin ona, istediğin kadar öpebilirsin."

Gözyaşlarımı durduramıyordum, tane tane damlalar yüzüme düşüyordu. Yalnız onu gördüğüm, dokunabileceğim mesafede olduğum için mutluluktan ağlıyordum. Dudaklarım elimin altında gülümsüyordu. O kadar özlem doluydum ki bu mesafe bile yeterli gelmiyordu, daha fazlasına ihtiyacım vardı. Elimi korkuyla ona uzattım ama sonra geri çektim, kafamı iki yana salladım. "Ona zarar vermek istemiyorum."

"Vermezsin," dedi beni cesaretlendirerek. "Seni çok özledi, dokun kızına."

Arkamda oluşmaya başlayan sesleri hissedip elimi bir daha kaldırdım ve yatağının yanında durduğum kızımın saçlarına hafifçe dokundum. Parmaklarımın arasındaki tutamlara inanmayarak gülerken, gözlerim onun yüzünden ayrılmıyordu. Korka korka yukarıya çıkıp sol yanağına temas edince elimin altındaki düşük ısı ürküttü beni, kalbim acıdı ama kızıma dokunduğumu hatırlayınca tekrar gülümsedim. "Karina, merhaba aşkım. Seni buldum, almaya geldim. Beni hissediyorsan eğer, anlıyorsan... Seni çok özledim, sen de anneni özledin mi?"

"Deren," dedim, elimin altındaki yumuşak teni okşayarak gözlerimi kapattım.

"Karmen?"

"Kızıma dokunuyorum, gerçek mi bu?"

"Gerçek," dedi o da yanımda titreyen elime dokunarak. "Bu ne kadar gerçekse ona dokunuşun da o kadar gerçek."

Arkamı döndüm ve ağlamamın sesi duyulmaması için Deren'in göğsüne kapandım. Yüzümü o sıcaklığa değdirince kasıldığını hissettim. Kızımı ürkütmemek için hıçkırıklarımı, sesli ağlayışımı bu göğsün üzerinde dindirmeye çalışırken gömleğini avuçlarımla kavradım. Omuzlarım sarsılıp onun bedenine çarparken inanılmaz şekilde titriyor, içgüdüsel davranıyordum. Kalbinin bir daha atmayacağını sandığım kızımın kalbini dinlemek üzere olduğuma hâlâ inanamıyordum.

"Deren," diyerek varoluşsal bir sancı çekerek yakasını sıktım.

Eli, ensemden saçlarımın arasına girdi ve kemikli parmakları saç diplerimi sert ama nazikçe okşadı. "Saatlerce, günlerce burada bekleyebiliriz. Acele etme, sakin ol."

Sesi bana dokunduğunda büründüğü şekline bürünmüştü, boğuk ve söylediklerini yalnız benim duymam yeterliymiş gibi. Kokusu burnumdan sızıp beni bir nebze rahatlatınca gözyaşlarımı gömleğine doğru silip yakasını bıraktım. Deren ensemi, kulağımın arkasını okşayarak yutkunurken de hafifçe uzaklaşıp kızıma döndüm.

Ne kadar narin görünüyor ve aslında ne kadar savaşçı.

Nefes almak için bile savaştı.

Gözlerim bir daha boynuna çıktı, parmak izleri aradı. Yoktu. Bulamadım. Sanki Mark onu hiç boğmamış gibiydi ama Karina o acıyı her saniyesiyle çekmişti.

"Aşkım, sana baktığıma inanamıyorum," diyerek elimi bu kez vücuduna uzattım. Sol göğsünün üstünden küçük kalbine dokundum. Birkaç saniye içinde attığını hissedince korkarak elimi çektim, hayretle güldüm. "Kalbin atıyor Karina. Benimki de atıyor, çünkü seni buldum."

Uzun, kıvrımlı kirpiklerine hayranlık ve özlemle bakarken birinin yaklaştığını fark ettim. Bakış açıma girenin Carlos olduğunu görünce de yüzüne baktım. Doğrudan Karina'ya bakıyordu, bu kızını ilk görüşüydü. Belki da sebebi buydu sersemleyerek geriye gitmesinin, yüzünde çarpılmış gibi bir ifade olmasının, renginin solmasının... Elinin tersini ağzına götürüp arkasını dönmesinin.

"Kızımız mı gerçekten?" diye sordu.

Karina'mın sakin, artık güvende olan kalbine dokunarak, "Evet," dedim. "Neden ona arkanı dönüyorsun?"

Tekrar bu tarafa döndüğünde gözlerinin kıpkırmızı olduğunu gördüm. Elini ağzından indirmişti ama ağzı hayretle açıktı. Buraya gelirken gözlerini Karina'dan ayırmadı. "Aman Tanrım, Karmen..."

Gülümsedim. "Çok güzel değil mi?"

O, bunu sorduğum en şanslı insandı. Çünkü fotoğrafına değil, kendisine bakıyordu.

"Güzel mi? Çok çok güzel," dedi göğsünden bir gülmeyle. Garip, nereye koyacağımı bilmediğim bir gülüştü. "Kızım o benim, babayım ben."

Karina benim onu sevdiğimi biliyordu fakat babası tarafından hiç sevilmemişti.

Bu yüzden, "Elinden tutsana," dedim Carlos'a.

Arkamdaki adım seslerini duydum, bakınca abilerimin yaklaştığını gördüm. Deren benden biraz uzaklaşmış, gözlerini kırpmadan Karina'yı izliyordu. Salvador ve Noah omzumun üzerinden ileriye, katılaşmış suratları ve dikkatli gözleriyle yeğenine bakıyorlardı. "Gözlerime inanamıyorum," diyen Noah oldu. "Prenses gibi, fotoğraftakinden bile güzel."

Gururla başımı salladım. "Hiçbir kamera onun güzelliğini olduğu gibi yansıtamaz."

Noah sesli şekilde gülüp elini ağzına kapattı ve bir anda uzanıp beni göğsüne yasladı. "Başka yerde görsem, hiç tanımasam bile bu Karmen'in kızı derdim. Kirpikleri, saçlarının rengi, burnunun ufaklığı..."

"Dudakları," diye ekledi Carlos.

Ona bakınca Karina'ya yaklaştığını, onun saçlarına dokunduğunu gördüm. Yastığa dökülmüş saçlarını okşarken yüzüne karşı gülümsüyordu. Sonra kafasını kaldırıp bana baktı, benzerliklerimizi, kendiyle olan benzerliklerini görmüş gibiydi. "Gözleri ne renk?"

Kızımın kapalı gözlerine bakıp tekrar yaklaşırken göz ucuyla Deren'e baktım. Doğrudan Carlos'a, katı bir yüzle bakıyordu. Kızıma dönüp tekrar elimi kalbine koydum, "Kahve," dedim Carlos'a. "Koyu kahve gözleri var, üstelik kocaman."

"Senin gözlerin gibi," dedi ve gözlerime bakıp Karina'ya döndü. Parmaklarının tersiyle yanağını okşadı. "Neden seninle böyle tanışmak zorunda kaldım Karina? Böyle olsun istemezdim." Ona doğru eğildi, yüzüne daha yakından baktı. "Seni aradım, yemin ederim ki aradım!"

Kızımın bunları duymasını, başka bir dünyada bu kelimelerin ona çevrilmesini ve gülümsemesini diledim. Kalbinin minik atışlarını hissederek, "Özür dilerim aşkım," diye fısıldadım. "Çok geciktim, haberim dahi olmadı. Bana en çok ih... ihtiyacın olduğunda yanında değildim."

Carlos elini elimin üzerine, Karina'nın kalbine koydu.

İri eli benim avucumu kapladığında, asıl hissetmek istediğini hissetmesi için elimi yavaşça çektim. Karina'nın üzerindeki örtüyü aşağıya indirdim, korku ve panikle bedenine baktım. Üzerinde beyaz, dizlerine kadar gelen, elbise vardı. Ayaklarında yine beyaz çoraplar. Vücudunun bir uzantısıymış gibi duran kablolar tenine değiyordu. Aynı panikle uzanıp koluna, bacağına baktım. Isı seviyesi düşüktü, onu sarmak istiyordum.

"N'oldu?" diye sordu Salvador, bu paniğimi görüp. "Bir sorun mu var? O iyi mi?"

"Soğuk," dedim sinirle. "Üstünü örtmek istiyorum."

Üzerimdeki ceketi çıkarıyordum ki, sol çaprazdan bakış açıma giren ceketi görüp arkama döndüm. Deren'in sorgulamadan uzattığı ceketi alıp sıcak iç tarafını Karina'nın bacaklarına örterken, "Üşüyor mudur?" diye sordu Carlos.

"Şu an... Neyi ne kadar hissettiğini bilmiyorum," dedim gözlerim Karina'nın bedeninde başka bir hasar, leke, kötülük ararken. Kıyafetini kaldırıp böbreğine dışarıdan bakmak istedim ama... o an cesaretim tükendi. "Onu buradan götürmeliyiz, doktorlar muayene ettiğinde ne olduğunu anlayacağım."

Carlos hararetli şekilde baş sallarken, örtüyü tekrar tutup Karina'nın omuzlarına doğru örttü. Ardından görünen küçük eline bakarken hayretle gülümsedi. "Minicik elleri var Karmen."

Ben de kendi tarafımdaki elini narince tutup kolunu, bileğinin içini, parmaklarını okşadım. Gözyaşım tenine düşünce de ona zarar vermekten ürktüm. Yanaklarım ıslanırken, "Zayıflamış," dedim. "Tenindeki o renk yok, çok solgun."

Omuzlarımın iki tarafında da iri eller hissettim. "Günün birinde uyanırsa utandırarak kızartırım o yanaklarını," dedi abim.

Az önce görmüş olmama rağmen hemen özledim kızımın yüzünü ve gözlerimi yüzüne kaldırıp, "Abi," dedim heyecanla. "Biliyor musun Karina çok soğukkanlı bir çocuk. Asi, asil. Sessiz bir tavrı var, nadiren çok neşelenir. Canı acıdığında bile ağlamamak için direnir, sevgi gösterilerinde bulunmaz, birisiyle aynı ortama girdiğinde yanımdan hiç ayrılmaz, saçlarının okşanmasını çok sever, saçlarımı okşamayı da..."

"Senin gibi," dedi Deren, neredeyse zor duyulan bir sesle.

Salvador yanımdan geçip yatağa yaklaştı, Karina'ya doğru eğilip yüzüne uzun uzun baktıktan sonra yanağını okşadı. "Merhaba bebeğim. Ben senin en büyük dayınım. Adım Salvador, Salvador Russo. Seni almak için İtalya'dan geldim."

Gülerken yanağımı kaşıdım ve kızımın bileğine doğru eğildim. Öpmeye bile kıyamadım. Dudaklarımı koydum, kokusunu içime çekerek bileğinden öptüm ama… Karina gibi kokmuyordu. İlaç kokuyordu.

"Onu evimize götürmeliyiz," dedi Noah, yaklaşıp yakından bakarken. Karina'yı uzun uzun inceledi. "Merhaba güzelim, ben Noah. Fotoğraftakilerden daha güzelmişsin, beni kendine hayran bıraktın."

Doğru, onu buradan götürmeliydik fakat öylece alamazdım. Cihazları onunla taşımalıydık, bunun için o ambulans uçağına ihtiyacımız vardı. Gözyaşlarımın koluna düştüğünü görünce yanaklarımı hızlıca sildim. Ağladığımı hissediyor mudur? Dahası... Onu almaya geldiğimi hissediyor mudur?

Onu gördüğüm son defasında gülümsüyordu.

Şimdi beni görmüyordu bile.

"Karmen," diyen Deren'i duyarken Karina'nın güzel saçlarını okşadım. "Al, su iç."

Gözlerimi kızımdan zorlukla çekip soluma döndüm. Deren bir bardak su uzatıyordu. Ne ara aldığını ya da getirttiğini anlamamıştım. Bardağı alıp küçük yudumlarla içtim. Elim ve ağzım o kadar titriyordu ki, bardağı dudaklarımda tutamıyordum. Deren dikkatle beni izlerken, elini yaklaştırıp çenemden akan su damlalarını sildi. Bardağı ona geri uzatırken, "Mersi," dedim.

O bardağı arkasındaki korumaya verirken, "İyi misin?" diye sordu.

"Sen iyi misin?"

Deren'in cevabını dinliyordum ki, "Karmen," dedi Carlos. "Karina'yı hastaneye mi götüreceğiz?"

Kızıma dönüp kaldığım yerden, dinmeyen özlemimle yüzünü izlerken, "Evet, önce hastaneye götürürüz," dedim. "Muayene ederler. Sonra eve götürürüz."

Ağlayarak konuşuyordum, sakinleşemiyordum. Elimi sürekli kalbine götürüp attığından emin olmayı istiyordum. Hıçkırığımı dudaklarımın altında ezerken, "Sizde mi kalacak?" diye sorduğunu duydum.

Böyle bir soru almamın gereksizliğiyle kaş çattım. "Elbette. Bizim malikâneye gelecek."

"Başka bir seçenek mi var ki?" dedi Salvador abim ona.

Carlos gözlerini sadece abilerime bakmak için Karina'dan ayırdı, fakat bir şey demedi. Kızımın üzerine doğru alçalıp köşedeki cihazları izlerken, "Bunlar ne işe yarıyor?" diye sordu.

Bu soru hemşire olduğum için doğrudan beni ilgilendiriyordu. "Emin değilim ama nefes almasını, organlarının olabildiğince işlevlerini yerine getirmesini sağlıyordur."

Ağırlığımı vermemeye çalışarak yatağın ucuna otururken, Karina'nın elini avucum içine aldım. O sırada Salvador abimin koridora doğru ilerlediğini gördüm, yerde korkuyla bize bakan kadına eğildi. Kadın kalçası üzerinde gerilerken abim ona birkaç soru sordu. O kadının kızımın neyi olduğunu bilmiyordum ama bu dakikadan sonra benden başka kimse onun bir şeyi olamazdı.

Noah üzerime doğru eğilip saçımdan öperken, "Hastaneye nasıl götüreceğiz?" diye sordu.

"Tanıdığım bir başhekimi aradım, ambulans uçağı yolda." Carlos Karina'nın saçlarını bırakıp doğruldu. Noah'a göz attı. "Birazdan burada olacaktır."

"Bunu düşünebilmişsin, şaşırtıcı," dedi Noah ve benden ayrılıp arkasını döndü, koridordaki Salvador'un yanına ilerledi. 

Carlos bana çevirdi gözlerini. "Abilerin bana piç muamelesi yapmaya iyi alıştı."

"Çanağa ne doğrarsan kaşığına o çıkar," dedi Deren.

Islak kirpiklerimi çevirip Deren'e bakarken, "Ne diyor?" diye sordu Carlos, agresif şekilde.

"Ben de anlamadım," dedim Deren’le bakışırken. 

Yalnızca omuz silkip gözlerini Karina'ya çevirdi. Baktığı kişi değiştiğinde gözlerinin yumuşaması ruhuma dokundu. Ruhuma bu şekilde dokunabildiği, eğip bükebildiği, yaşatıp öldürebildiği için... o ruhumdu.

Kızıma döndüm ve Karina'mın elinin yumuşaklığını avucumda tutarak üzerine eğildim. İncitmekten çok korkarak saçlarını kokladım, tekrardan ilaç ve tanımadığım bir koku alınca hüzünle gülümsedim. Saçları yüzüme temas edince de tebessümüm kalbimden kopup geldi. 

"Beni mi bekliyordun Karina?" dedim gözyaşım yüzümden düşüp saçlarında kaybolurken. "Hâlâ beni seviyorsun değil mi aşkım? Seni kaybetmeme, bulamama, aramaktan vazgeçmeme rağmen beni seviyorsun değil mi? Öldü... öldüğüne inandığım için beni affedersin değil mi? Doğrusu... ne kadar hayattasın ne kadar değilsin bilmiyorum henüz."

Kalbi atıyor olsa bile nabzı o kadar cansızdı ki...

"Aslında sen benim kalbim olduğun için ölümsüzsün."

Gözyaşlarım durmaksızın onun saçlarına düşüp kayboldu. Daha sesli ağlayıp avucumdaki parmakları okşarken kendimi inanılmaz duygular içinde hissediyordum. Mutluluk, sevinç, pişmanlık, hüzün, yaşam ve ölüm... Hayatımın ilk anına geri dönmüş gibiydim. Hatırlayabildiğim tek şey kızımdı, onu ilk görüşüm ve şimdi son kez görüşüm... 

Bu ikisi arasında yaşanan her şey kâbustu, o ise rüyaydı.

Bu ikisi arasında yaşanan her şey cehennemdi ve bu cennetti.

Hiçbir şeyden her şeye.

Beni omuzlarımdan çeken elleri hissedince itiraz edip, "Bırak," diye sertçe fısıldadım. Bileğinin inceliğini okşuyordum. Fakat tanıdığım eller beni daha hızlı çekip başımı Karina'nın yastığından çekerken, "Biraz sakinleş," dedi. Doğrulunca da yaşlı gözlerimin ardından hizasında olduğum karnına baktım. "Bir daha bayılacaksın."

Deren'in elleri omuzlarımdan yukarıya, enseme çıkıp saçlarımı düzeltirken ben de hıçkırarak yüzümü karnına yasladım. Yoğun duygular doğrudan ağlamaya yönlendiriyordu beni, bu kendimin görmeyi istediğim hali olmasa da Karina en zayıf noktamdı.

"Bunlar üzerine konuşulması gereken çok şey var," diyen Carlos'un sesi arkamdan geldi. "Onun öldüğünü söyledin ama ölmemiş. Görmemiş miydin? Nasıl oldu da inandın anlamıyorum."

Boğazımdaki düğümü çözmek için yutkunup bir cevap aradım. Deren sessizliğimi anlayıp, "Sırası değil," dedi Carlos'a.

"Senin sıran hiç değil," dedi Carlos ona. "Babası olarak kızım hakkında ne konuşacağımı sana soracak değilim."

"Sevgilime diyeceğin her şey beni de alakadar eder."

Ben Deren'den uzaklaşıp şu durumda buna devam etmemesi için gözlerine bakarken, "Beyler," diyen sesi duyup ileriye baktım. Salvador huzursuz şekilde iki adamı izliyordu. "Kardeşimi rahat bırakın. Kızına vakit ayırıyor, araya girmeyin. Yoksa ne koruması olduğunu ne de kızının babası olduğunu dinlemem, ikinizin de icabına bakarım."

Deren ve Carlos birbirlerine sertçe bakıp sessizleşince, Salvador bıkkınlıkla inleyerek içeriye kadar geldi. Karina'nın sağ tarafındaki boşluğa yaklaşıp az önceki ifadesiz halinden eser kalmamış şekilde dudağını kıvırdı. "Büyük baban seni görmek için sabırsızlanıyor."

Doğru, babam, Angel, Marianne onu göreceklerdi. Babam... Ne kadar duygulanacağını tahmin edebiliyordum. Hiç bırakmadığım elini, incecik parmaklarını izlerken gözlerim bir daha gövdesine kaydı. Böbreğinin yokluğu... kızımda nasıl bir yer açmıştı? Vücudu nasıl görünüyordu?

Sessizleştim, gözyaşlarım daha yumuşak daha usul şekilde yanaklarımdan kayarken Carlos'un bir telefon görüşmesi sebebiyle uzaklaştığını fark ettim. Noah içeriye geri dönmüş, diğer abimle beraber Karina'yı izlemeye başlamıştı. "Sanki bana da benziyor."

"Hayır," dedi Salvador ona.

Noah, büyük abimize ters ters bakarken adım sesleri duyup kafamı sol tarafa çevirdim. Deren arkasını dönmüş, odadan ayrılıyordu. Geniş omuzlarını, asker adımlarını izleyip Karina'nın eline doğru eğildim. Bir daha parmaklarından öptüm.

Dakikalar geçerken yalnız kızımı izlemeye devam ediyordum. Dokunuşumu ondan çekemiyor, gözlerimi alamıyordum. Ufak burnundan aldığı nefesleri sayıyor, makinelerden bir ses gelecek diye korkuyordum. Öyle güzeldi ki, gözlerimi kırpmak için kapatıp onu göremediğim anlar bile ziyanmış gibi geliyordu.

"Karmen," diyerek buraya yürüyen Carlos'u fark ettiğimde Karina'mı bırakmadan baktım ona. "Uçak ambulansı geldi, aşağıda. Karina'yı götürebiliriz."

Heyecanla yatağın kenarından kalktım, kızımın elini beyaz çarşafın üzerine yumuşakça bıraktım. Carlos'un arkasından gelen sağlık ekiplerini görünce de heyecanla nefes almaya başladım. Kızıma yaklaşmalarını hayal izler gibi izledim. Abilerim geri çekilerek sağlık çalışanlarına izin verirken, ben de Karina'nın durumu hakkında bildiklerimi anlatmaya başladım. Sedyeye alınırken etrafında dönüp incinmemesi için dikkatlice onu izledim, vücudu üşümesin diye de Deren'in ceketini üzerinden almalarına izin vermedim.

"Her şey yolunda gidiyor, telaşlanma," diyerek arkamdan sarıldı Noah ve yanağımdan öptü. "Sence bizi hissediyor mudur?"

"Siz şart değilsiniz," dedim. "Beni hissetsin yeter."

Noah söylediğim şeye gülerek tepki verdi. O sırada yanından geçtiğimiz kadına baktım, bir koruma tepesinde dikiliyordu. Salvador abim ve Noah, Karina'nın sedyesini takip ederken kadının başında bir an durdum. "Ben," dedim sertçe. "O kızın annesiyim. Sen kim olarak bunca zamandır ona bakıyorsun?"[SE1] [ET2] 

Annesi olduğumu söylememin şaşkınlığı yüzüne yerleşince hareket edemedi, açık kalan ağzıyla baktı bana. Yanakları ıslanmıştı. Parmaklarını kaldırıp bir şeyler anlatmaya çalıştı, hemşire olduğum için bildiğim kadarını takip etmeye çalıştım ama ne dediğini anlamadım. "Anlamıyorum seni," dedim Rusça. "Doğrusu umurumda da değil söylediklerin. Kızımı alıp gidiyorum. Bir daha onunla temasta olmayacaksın, benim istemediğim kimse ona yaklaşmayacak. Niyetin ne, bunca zamandır Karina'ya ne yaptın korumalarım senden öğrenecek. Zorluk çıkarma."

Kafasını iki yana sallayıp üzüntü ve öfkeyle bakınca kaşlarımı çatıp korumayla göz göze geldim. Ne istediğimi anlamış şekilde başını sallayınca arkamı dönüp koşmaya başladım. Aşağıya inip evden çıktığımda soğuk hava aniden çarptı beni ve gözlerim ilerideki uçağı buldu. 

Kızıma doğru koşmaya başladım.

Hemşire ve görevliler onu uçağın içine alırken, önümdekileri itip o sedyeye yaklaştım. Gözlerim kimseyi değil, yalnız Karina'yı görüyordu. "Dikkat edin, sarsmayın, hassas davranın, çok yaralı..."

Gelen cevapları duysam da aynılarını tekrarladım, gözlerimi kızımdan ayıramadan merdivenleri çıktım. Uçakta, kızımın yanında yer alırken abilerimin konuştuğunu görmüştüm. Salvador abim bana doğru seslendi. "Sen kızının yanında kal, biz diğer helikopterle Mark ve diğerlerini almaya gideceğiz."

"Tamam abiciğim."

Ambulans uçağındaki koltuğa yerleşip kızıma yakın şekilde oturdum ve o sırada Carlos'un da bindiğini gördüm. İçerideki hemşireye bir şey söylerken Karina'nın elini tutuyordum. Cihazları çalışıyordu, hâlâ makineye bağlıydı. Uçağın sarsılmasından korkarak onu dengede tutmaya çalışırken, Salvador abimin Deren’le konuştuğunu gördüm. Deren söylediklerini bir kafa sallamayla onaylayıp buraya doğru yürüdü ve basamakları çıkıyordu ki, "Sen nereye?" dedi Carlos ona.

"Kör müsün? Uçağa biniyorum işte," dedi Deren.

Carlos omuzlarını geriye attı. "Kim olarak? Seni istemiyorum."

Carlos'a sert bir bakış atıp dudaklarımı aralıyordum ki, "Ben söyledim," dedi Salvador abim. "Karmen'in koruması o, tabii gelebilir."

Carlos bunun üzerine abime baktı. "Bir aradayken birbirimize tahammül edemediğimiz açık Salvador, gelmemesi daha iyi."

"Geliyorum," dedi Deren ve uçağa adımını attı.

"Karmen'in şu an bir korumaya ihtiyacı yok," dedi Carlos.

"Ben de Karina'nın koruması olurum," dedi Deren ve onu elinin tersiyle iterek yürüdü. 

Onlara vakit ayıramadım, kızıma döndüm. Deren karşımdaki koltuğa yerleşirken görevli de kapıları kapattı. Carlos geriye dönüp üzerindeki ceketi çıkartarak Karina'nın sedyesine yaklaştı, Deren'i görmezden gelerek hemşireyle konuştu. "Bir sarsılma olur mu? Uçuş kızıma zarar verir mi?"

Hemşire makineleri takip ederken, "Olmayacaktır," dedi. "Ambulans uçakları zaten bu durumlar için var, aksilik çıkmayacak."

"Aptal," dedi Deren kendi kendine, Carlos'a bakarak.

Tabii Türkçe konuştuğundan Carlos farkında bile olmamıştı hakarete uğradığının. Islak kirpiklerimi temizleyip Deren'in ayağına vurunca bakışları beni buldu, "Koruma onu bana," dedi dişleri arasından.

"Koruma sensin," diyerek omuz silktim.

Alaya alındığı için ofladı, sonra da bunların şu anki gereksizliğinin farkında olarak Karina'ya döndü. "Bakıp sakinleşeyim," dedi Karina'yı izleyerek.

Ben de onun yaptığını yaptım, kızımı izlemeye başlayıp yanağımı koltuğa yasladım. Aramızdaki mesafeden elini tutuyor, sürekli cihazları kontrol edip dudaklarını, nefes alışverişini izliyordum. Dudaklarının çizgisinde hafif bir nem vardı, her nefes alışı hayata geri dönmem için kalbime pompalanan kan damlasını temsil ediyordu âdeta.

Bir gün beni tekrar öpebilir mi?

Fakat bana, kızıma bakmak dahi yeterdi.

Solgun teninin altında hâlâ bir ruh taşıyordu. O ruhun kaderi artık parmak uçlarından avuçlarıma doğru akıyordu. Teslim alıyordum artık onun kaderini, kimsenin ellerine bırakmamak üzere.

Uçak yolculuğumuz Deren ve Carlos'a rağmen sessiz geçti. Carlos, Karina'nın başından ayrılmamıştı, Deren'in gözleri de benim üzerimden. Parmaklarım kızımı ve sahip olduğum kaderi tutarken doyamıyor, başka türlü şekillerde kızımı sevmek istiyordum.

Alıp göğsüme yaslayamıyordum.

Mutluluğumun acımaması gerekirdi ama bu... acıtıyordu.

"Karina," diye fısıldadım kapalı gözlerine bakarak. "Kalbim Karina'm." Bunu aylar sonra ilk kez hayaline değil, ona söylüyordum. "Annenin seni bir kez daha görmesine izin verdiğin için, yaşadığın için teşekkür ederim."

Yeni bir sabahın ilk ışıkları uçağın küçük camlarına yansıyınca zonklayan gözlerimi ovuşturup Karina'nın yüzündeki renge baktım. Bir turuncu ışık çapraz şekilde yanağına düşmüştü. Carlos parmak ucuyla onun yanağına düşen ışığı takip edip, "Nedensizce güneşi hissedip gözlerini kısacağını hayal ediyorum," dedi.

"Sen öyle yapardın," dedim, zaten Karina'nın bakışlarının Carlos'a benzediğini, Carlos'u yeniden gördüğüm o gün de fark etmiştim.

O hissedemiyor olsa da güneş gözlerini rahatsız edermiş gibi elimi kızımın yüzüne gölge yapıp altdudağımı ısırdım. Sonra bir sebepten, içimde oluşan huzursuz bir sebepten dolayı da Deren'e baktım. Ona bakacağım anları dahi hissediyordum, aramızda uzanan garip bir duygu akımı vardı. Koltuğunda dimdik, koltuk kenarını kavramış halde, camdan dışarıya bakarak oturuyordu. Dudaklarını birbirine o kadar sıkı bastırıyordu ki beyazlamıştı.

Uçak hastanenin geniş çatısına inene kadar Karina ile bir sessizliğe hapsoldum. Uçağın kapıları açılınca da dışarıda birkaç doktor ve başhekimi gördüm. Carlos adamla el sıkışırken doktor ve hemşireler sedyeyi sürüklemeye başladılar. Rüzgârda saçlarım uçuşurken sedyenin arkasından koştum. Hastanenin içine girdiğimizde Karina'yı derhal yoğun bakıma aldılar, doktor ve hemşireler onunla girdi. Bir hemşire olduğumu söyleyerek girmek istesem de başhekim özellikle içeride bulunmamamı rica etti.

Karina içerideyken koridoru sertçe yürümeye başladım.

Carlos yorgunlukla bir koltuğa yığılıp gözlerini kapatırken, Deren de sol omzunu duvara yaslamış, sert gözlerle beni izliyordu. Kızımın kapının diğer tarafında olmasına bile tahammül edemiyordum, yakınında olmak istiyordum. Tüm bu hastane sürecinde canı yanacak mı diye kontrol etmek istiyordum.

Artık kimsenin ona dokunmasını istemiyordum.

Ayaklarım iki ileri bir geri gidip kendi etrafımda dönerken Deren'in yaklaştığını gördüm. Geniş omuzlarıyla üzerime gelirken tüm koridoru kaplıyordu âdeta. Ben de karşılığında ona yürüdüm ve aramızda bir kalp atışı kalınca, "Gitmem gerek," dedi. Evet, artık hissetmiştim gideceğini. Aslında gitmezdi, Nil olmasaydı. Nil... İyi ki var, iyi ki yok değil. "Nil artık ciddi ciddi onu terk ettiğimi düşünüyor, yanına dönmem lazım."

Nil'in travmasının kendim olduğunu bilmek aramızdaki bir başka uçurumun sebebiydi. Onu anlamaktan da ötede olduğum için, "Bence de gitmelisin," dedim. "Öpmezsin ama... Nil'i benim yerime öp."

"Öpmemi mi istiyorsun?"

"Söyledim ya," dedim.

"Öperim," dedi dudaklarıma bakarak.

Bakışları altında dudaklarımı ısırıp kıpkırmızı renk alana kadar bırakmadım. Deren acelesi yokmuş gibi kızarttığım dudaklarımı izleyip sonra başını önüne eğdi. Parmaklarıyla kravatını kıvırırken, "Duydum, sadece duymazdan geldim," dedi bir anda.

Sıralı konuşmamızı yine o devraldı. Söylediği şeyi anlamadığım için, "Neyi?" diye sordum.

Durup kendisi için bir şeyler arıyormuş gibi gözlerime baktı. Sonra da ofladı. "Derdimi sikeyim..."

Derdinin ne olduğunu soramadan arkasını döndü, kravatını çözerek yürümeye başladı. Kol hareketlerini, gergin sırtını izleyerek arkasından iki adım gittim. Sonra duran Deren oldu, başını sol omzunun üzerinden çevirip koyu kahve gözlerime baktı. "Güneşte benim de gözlerim kısılıyor mu?" diye sordu.

Bana veda cümlesinin bu olacağını beklemediğim için ufak bir şaşkınlık yaşadım. Yuvarlakça açılan dudaklarımı birbirine bastırıp uçakta yaşanılan saniyelik anıyı hatırladım. Elbet bunu sormasının bir nedeni vardı. "Bazen kısılıyor bazen kısılmıyor," dedim. "Fark etmiyor, gözlerin her türlü, her zaman, herkesten çok güzel."

Herkesten Deren. Merak ettiğin o biliyorum. Ondan da güzel. Katbekat.

Gözleri hafifçe kısılınca, bunun söylediklerime karşı verdiği bir tepki olduğunu bilerek dudaklarımı kıvırdım. Yan gülüşüme bakıp göğsünden gelen bir iç kopardı ve tekrar önüne dönüp yürümeye devam etti. Beni Carlos’la bıraktığı için huzursuz ve sinirli olduğunu biliyordum. Fakat diğer tarafta, yanına gitmesi gereken çok değerli şeyi vardı. Kızı.

Kapının açıldığını duyunca Deren'in yolunu izlemeyi bırakıp arkama döndüm. Doktorun, yanında hemşirelerle çıkışını izlerken yerimden koşmaya başladım. Carlos da hızla koltuktan fırlayıp doktora yaklaşırken, "Nasıl?" diye sordum. "Kızımın neyi var?"

Doktor nazikçe bana gülümseyip, "Hastaneye geldiğinden beri durumu stabil," dedi. "Bir süredir uykuda olduğu aşikâr. Gereken testleri ve incelemeleri yaptık, sonuçlar için sizi bekletmem gerekecek."

"Sonuçlar ne zaman çıkacak?" diye sordum. "Kızımı hastanede tutmak istemiyorum, tüm bu süreci beyaz odaların içinde geçirmesi taraftarı değilim."

Carlos da beni destekler şekilde, "Eve götürmek istiyoruz," dedi.

"Başhekimin söylediğine göre durumunuz özelmiş," dedi doktor. "Karina için imkânlarınız varsa onu eve çıkarabilirsiniz."

"Her türlü imkânı sağlarım," dedim.

"Eve götürebilirsiniz, zaten hemşireymişsiniz. Fakat test sonuçları birkaç günü bulacaktır."

"Daha erken yapabileceğinize inanıyorum," dedi Carlos, doktorun omzunu sıkarak.

Adam, havada gezinen imayı sezip bana döndü. "İzninizle."

Uzaklaştığında aralanan kapıdan içeriye baktım. Karina'mı hastane yatağında görünce gözlerimi sımsıkı kapattım. Görmek istemedim onu kollarımdan başka yerde.

"Başhekime söyleyelim, ambulansı hazırlatsın, hemen ayrılalım buradan." Carlos kolumdan tutarak beni kendisine çevirdi. "İyi misin?"

"Nasıl görünüyorum ki bunu sorup duruyorsunuz..." kendi kendime mırıldandım. "Gidip başhekimle konuş, kızımı çıkarmak istiyorum."

Yoğun bakım kapısını yoklayıp arkasını döndü, koridor sonundaki korumaları onu takip ederken asansöre bindi. Yalnız kaldığımda tekrar kızıma baktım, tenine değen sayısız kabloya rağmen tek görebildiğim meleksi güzelliğiydi.

İşlemler yapılırken abimi aradım fakat telefonuma cevap vermedi. Muhtemelen uçuştalardı, Mark ve diğerlerini buraya getiriyorlardı. Yapılacak inceleme ve testler bittiğinde Karina'yı odadan çıkardılar, asansöre onunla binip yanında duran elini hafifçe tuttum. Ona incitmeden dokunmayı öğrenmem gerekiyordu. En başından beri ona incitmeden dokunuyordum ama artık daha özenli olmam lazımdı.

Asansörden direkt otoparka indik, hazır ambulansa yerleştik. Carlos benimle aynı acelelikle yanıma oturdu ve gözlerini Karina'dan ayırmadan hemşirelere birkaç soru sordu. O sırada çantamdan telefonumu çıkarıp Angel'ı aradım, ona ricalarda bulundum. Telefonu sevinçli bir çığlıkla kapattığında, bu sevinci yayan kızıma baktım.

"Sonuçlar kötü çıkarsa?" diye sordu o sırada Carlos. "Karina bir daha uyanmazsa... N'apacağız?"

Gözlerimin önünden kısa bir hayat akıp geçerken, kızımın kalp atışlarını izleyip, "Fişi çekeceğim," dedim.

Carlos bana bakakalırken, hemşireye her şeyin yolunda olup olmadığını sordum. Durumunun sabit olduğunu iletince kendime tüm akademik bilgilerimi hatırlatmaya çalıştım. Ben de biliyordum bunları, kızıma iyi bakabilirdim.

Ambulans eve yaklaştığında arazinin kapıları açıldı ve bahçeden içeriye girdik. Araç durunca korumalar belli bir mesafeden etrafı sarmıştı. Karina'nın sedyesi ve bağlı olduğu cihazları aşağıya inerken, ben de arkasından onu takip ettim. Korumalardan birisi direkt yaklaşıp, "Efendim, bir arzunuz var mı?" diye sordu.

"Araziye benim iznim olmadan kimse girmesin," diye uyardım ve Karina sedyeyle ileriye sürüklenirken, bakışlarım malikânenin önüne çevrildi. Babamı tekerlekli sandalyesiyle orada görünce hızlı atan kalbim biraz sakinleşti. Angel hemen onun yanındaydı, babamın elini tutmuş heyecanla bakıyordu. Marianne'in de tüm bu yaşanılanları şaşkınlıkla karşılamış halde merdivende dikildiğini gördüm. 

Karina'nın olduğu sedye önümden ilerlerken ben de babam ile yengeme yaklaştım. İkisi de gözleriyle sedyedeki Karina'yı takip ediyorlardı. Babamın karşısında durduğumda gözleri birkaç saniyesini bana ayırdı ve sonra tekrar sedyedeki torununa döndü. "Ka... Kar... Karina."

Eve dönünce bittiğimi, ne kadar yorulduğumu fark ettim ve omuzlarımı serbest bırakıp, "Evet," diye fısıldadım. "Onu buldum, aldım, evine getirdim baba."

Babam kalbini tuttu, kızımı gördüğümde yaptığım gibi. Kalın kaşları çatılmış olsa da bakışları yaşanmışlık doluydu. Angel sedyeye doğru ilerleyerek, "Aman Tanrı'm," dedi inanamayarak. "Karmen, bu senden de güzel!"

"İltifattı sanırım," dedim ve Carlos'un kilitlenmiş bakışlarını fark ettim. Babama, onu ilk kez görmüş gibi bakıyordu. Bakışlarından babamı daha önce tekerlekli sandalyede görmediğini anladım. Babam da bu bakışları fark ederek Carlos'a dönünce, Carlos bir adım geriledi. "Nasılsınız?" diye sordu düşük bir sesle.

Babam, o günden itibaren Carlos'a karşı katıydı, bu bakışlarından da yansıyınca Carlos cevap alamayacağını anlayarak bana döndü. Hiçbir şey demeden babama eğildim ve onu öperken, "Karina için burada olması gerekiyor," diye açıkladım.

Bu babamın katı bakışlarını yumuşatmaya yetmedi, zaten öyle bir amacım da yoktu. Bakışları yeniden sedyedeki Karina'ya kaydı ve tekerlekli sandalyesini ona doğru sürükledi. Hemşireler sedyeyi ilerletmeyi bırakmıştı. Babam daha yakından ona bakıp sağlıklı olan eliyle Karina'nın küçücük elini tuttu, hafifçe okşadı. Konuşmayı denedi ama yapamadı, konuşmayı bırakıp eğildi ve Karina'nın elini öptü.

"Babacığım, kendini yorma," dedim ve hemşirelere bir işaret yaptım, sedye ilerleyince Angel dehşete düşmüş ifadesiyle bana döndü. "Doğru söyle, bu kadar güzel bir şeyi nasıl yaptın?"

Ona gülmekle kızmak arasında bir ifadeyle baktım ama belli ki Carlos komik bulmuştu, gülümseyerek sedye ile ilerledi. Angel kurduğu cümlenin Carlos'un genlerine de hitap ettiğini fark edince yüz buruşturup ardından gülümsedi. "Nasıl? Durumu ne?"

Sedyeyle beraber yürümeye başlarken onları ardımda bıraktım. Bu sırada konuşuyordum. "Hastanede inceleme ve tetkikler yapıldı, sonuçların çıkmasını bekleyeceğiz."

"Sanki uyuyor da birazdan uyanacak," dedi yengem, böyle olmasını dilermiş gibi.

Sara'nın açık tuttuğu geniş kapılardan girdiğimizde evin bana ait olan katına çıkmak için merdivenlere yöneldik. Sedyeyi kaldırmak durumunda kaldık, o kata ulaşana kadar düşmemesi için Karina'nın elinden tuttum. Geçtiğimiz günlerde Karina için yerleştirmek istediğim odadan içeriye girdiğimizde Karina'yı sedyeden alıp çocuk yatağının üzerine koyduk. Hemşireler cihazları, kablolar onun vücudundan ayrılmadan yerleştirdi ve güneş kızımın kapalı gözlerine düştü.

Bedeninden makinelere uzanan kablolara baktım.

Sonra hemen kızımın yüzüne bakmaya devam ettim.

Çünkü bakarken bile özlüyordum.

Ayıramıyordum, uzaklaşamıyordum, kopamıyordum.

"Makineler bataryalı, prizden ayrılabiliyor ama asıl bedeninden ayrılmamaları gerekir," dedi hemşire, çalışan cihazlara bakarak. "Doğrusu siz de biliyorsunuz, hemşireymişsiniz..."

"Evet, biliyorum. Önemli olan vücudundan ayrılmaması."

Hemşire bana çekingen, rahatsız olmuş bir bakış atıp son müdahalelerini yapınca kızıma doğru yaklaştım. Çarşafı üzerine omuzlarına örterken, Carlos yüzüne eğilip Karina'ma gülümsedi. "Tekrardan merhaba bebeğim, artık buradasın."

"Karmen," diye seslenen yengemi duyunca ona döndüm. Babam ve o kapının önünde durmuş, hâlâ Karina'yı izliyorlardı. Babamın dudağındaki gülümsemeyi zor seçtim, çünkü ağzı yamuk durduğu için anlaşılması güçtü. "Her şey yolunda mı? Ben ne yapabilirim?"

"Artık... yapabileceğimiz tek şey beklemek," dedim ve babamla gözlerimiz birleşince, sol gözümden bir damla yaş aktı. Mutluluk ve hüzün karışımı duyguyla hareket etmişti o damla. 

Karina'nın yatağının kenarına oturdum ve hemşireler odadan ayrılırken, akıp giden sessizlikte kayboldum. Avucum için onun elini tutarken zihnimde kızımın korku dolu gözleri vardı. Karşımda ise kapalı gözleri, bana bir daha bakacak mı bakmayacak mı bilmediğim gözleri...

Gözlerimden tekrar şırıl şırıl damlalar aktı. Görünenin aksine bunlar mutlulukla doluydu. Kızımı izliyordum, kalbinin attığını duyup nefesiyle kıpırdayan dudaklarına bakıyordum.

"Neden ağlıyorsun?" diyerek saçımı yüzümden çekince, irkilip başımı uzaklaştırdım ve yanıma geldiğini fark ettiğim Carlos'a baktım. "Kızıma kavuştuğum için ağlıyorum tabii ki."

"Her şey benim için de çok garip, uyum sağlayamıyorum," dedi Carlos, az önce yüzüme uğrayan elini yanına indirip. "Kızım olduğunu öğrendim, sonra onun canice öldüğünü, ardından yaşadığını... Şimdi karşımda kızım ama hiçbir anımız yok. İçimde yaşamadığıma üzüldüğüm duygular var."

"Yaşamayı tercih etmediğin belki de."

"Belki de izin vermediğin," dedi, gözlerindeki sitemle.

Böyle bir tartışmaya açık olmadığım için sessiz kalıp babamla yengeme döndüm. Babam acımasız gözlerle Carlos'a bakıyordu, her an buradan gitmesini isteyebilirdi. Yengem de ona dik dik bakıp ardından babama döndü. "Babacığım, ben sizi artık odanıza çıkarayım mı? Sinirleriniz daha fazla bozulmasın."

Carlos dönüp yengeme aksi aksi bakınca ömrünü kısaltmak istiyor, diye düşündüm. Kimse yengeme böyle bakamazdı, kızımın babası bile olsa.

"Seni Salvador'a söyleyeyim de gör," dedi yengem ve babamın tekerlekli sandalyesini uzaklaştırırken koridora çıkan korumaya seslendi.

Carlos genzini temizleyerek bana yaklaştı. "Söylemez değil mi?"

"Söyleyebilir. Abim de kafana bir kurşun sıkarak seni öldürür."

Carlos ellerini cebine koyup Karina'ma baktı. "Kızımızın yanında böyle konuşma."

Koridor ve oda sessizleştiğinde kızımla yalnızmış gibi hissederek kaldığım yerden onu izlemeye devam ettim. Carlos da bu sessizliğe katıldı, belli ki bahsettiği kadar düşünceliydi. Kızım evindeydi, ben evimdeydim, üşümüyor ve acıkmıyordu, korktuğum gibi susamıyor ve kimse onu darp edip incitmiyordu. Uyuyordu, bir melek gibi görünüyordu. Güneş teninde parıldıyorken ay terk ettiği gökyüzüne geri dönüyordu. Ben cennetteyim ya da rüyadayım. Ne uykudan uyanmak istiyordum ne de ölümden dönmek.

Uzanıp bir daha kalbine dokundum.

Gülerken hıçkırarak ağladım.

"Babanın... bu durumundan haberdar değildim," dedi Carlos, durgun sesiyle. "Seneler sonra ilk kez bu eve döndüm. Sanırım artık sık sık burada olacağım."

Babam felç geçirdiğinden beri sosyal yaşantısını durdurmuş, kendi odasına çekilmişti. İşleri ve Russo örgütlenmesini abilerim tamamıyla devralmıştı. Babam kimsenin kendisini öyle görmesini istemediyse mutlaka bir bildiği vardır. Bu yüzden sorduğu ilk sorunun üzerinde durmadan, "Karina için gelebilirsin," dedim.

"Karina için," diyerek tekrarladı. "Bunu söyleyerek aramıza bir çizgi mi çekmeye çalışıyorsun?"

"Var olan çizgiyi belirginleştiriyorum," dedim.

"Bana hâlâ öfkelisin," dedi.

"Yanlış anlama," diye açıkladım. "Bu öfke kişisel değil, Karina'yla alakalı. Benim yanımda olmadığın için değil, kızının yanında olmadığın için."

"Bana olanak sağlamadın," dedi kendi tarafında bir yorumla ve ben buna cevap vermeden başka bir şey sordu. "O olmasaydı da böyle hisseder miydin benim için?"

"Bir ismi var; Deren," dedim ondan bahsettiğini hemen anlayıp. Deren'i birkaç dakika önce de düşünüyordum, bir saat önce de ve şimdi de. Bazen düşüncelerime sesli olarak yansımıyordu ama onu ve Karina'mı hep düşünürdüm. "Sen hayatımın çok ayrı bir yerine ve zamanına aitsin, o ise çok çok ayrı."

"Olmasaydı... Belki tekrardan, kaldığımız yerden..."

"O var," dedim ve Carlos'a dönerek tek bir kez söyledim. "İtalya'dan giderken senin yokluğunu düşünebiliyordum, zaten bu yüzden gidebildim. Ama onun yokluğunu düşünemiyorum, ona en çok gitmesini söylediğim anlarda bile yanımda kalmasını istiyorum."

Carlos bununla ilgili daha fazla şey duymayı istemiyormuş gibi arkasını dönüp ellerini kumaş pantolonunun ceplerine koydu. Eskiden ona bakardım, onu izlerdim. Şimdi ise ne giydiğini bile sonradan fark ediyordum. Gerçekten... o ve Deren çok ayrı zamana, çok ayrı duygularıma aitlerdi. 

Dakikalar ben Karina'yı izlerken akıp gitti. Olduğum yerden ayrılmadım, kıpırdamadım. Tıpkı onun gibi. Gözleri her an açılacakmış gibi hissettim ama anın tadını çıkarmak için ümit etmemeyi söyledim kendime. 

Ben kızımı, kaybetmeye razı gelerek bulmuştum.

Onu gördüğümden beri cesaret edemediğim o şeyi yapmak için nihayet hareket ettim, üzerindeki örtüyü dizlerine kadar çektim. Gözlerini ayırmadan onu izleyen Carlos da hareketlerimi takip ederken, Karina'nın üzerindeki elbiseyi yukarıya sıyırdım. Vücudundaki darp izleri, lekeler aylar içinde kaybolmuştu fakat dikiş izleri duruyor olmalıydı.

"N'apıyorsun?" dedi Carlos.

"Böbreğini aldılar, dikiş izlerine bakıyorum," dedim.

Carlos'tan acı bir nefes boşaldı ve Karina'nın küçük gövdesini açınca, böbreğinin olması gereken yerdeki dikiş izlerini gördüm. Ondan böbreğini aldıktan sonra ameliyatla kapatmışlardı, zaman içinde de dikişleri kendiliğinden dökülmüş olmalıydı. İzlere bakınca dikişlerin hızlı ve özensiz atıldığını fark ettim. Ben dokunmaya kıyamıyorken nasıl, nasıl bu kadar vahşi davranırlardı ona?

"Sen, bana bunu söylememiştin. Organını mı almışlar?"

Söylemediğimi unutmuştum, aniden öğrenmesi onu yıkmış olmalıydı. Tenindeki o ize dokunarak yüzümü acıyla kırıştırdım. "Organ kaçakçısına kaçırttığını söylemiştim. O sırada böbreğini almışlar.”

Yıkılmış şekilde, "Orospu çocuğu," diye fısıldadı. "Kızımın uyanacağını düşünürken bir başka sorunu olduğunu öğreniyorum. Bu yaştaki bir bebek için..." duraksayıp hızla gözlerime baktı. "N'apmışlar o böbreği? Alamaz mıyız?"

"Bilmiyorum," dedim bir gözyaşı yanağımdan kayarken. Kızımın yaralarını bilmek farklı, yaralarına dokunmak farklıydı. Güçlü kalamıyordum, ağlamadan yapamıyordum. "Yamuk yumuk, özensizce atmışlar dikişlerini. İzleri duruyor, merhem sürülmemiş hiç."

"Ne merhemi Karmen? Adamlar kızımızdan böbreğini almış, üstüne iyileştirir mi?"

Sanki Karina'yı ürkütürmüş gibi, "Bağırma," dedim.

Carlos dönüp korkumun nedenine, kızımıza baktı ve ardından arkasını döndü, odada sert adımlarıyla dolaşmaya başladı. "Ne olacak? Uyanacak mı? İyileşecek mi? Böbreğine ne olacak? Yaşarsa ne kadar yaşayabilecek..."

Bu sorulara hemşire olmama rağmen henüz verecek bir cevabım yoktu, düşünmeyi istediğimden bile emin değildim. Bir şey demeden onu da yok saydım, kızımla yalnızmış gibi hissederek yanındaki boşluğa baktım. Acaba sığar mıydım? Yanına yatsam onu rahatsız eder miyim?

"Yüzüne bakıyorum Karina, her şey hâlâ bir rüya gibi geliyor." Parmak uçlarımı gözkapaklarıma değdirdim, canlılığını hissedince de kıkırdadım. "Nasıl güzelsin bebeğim benim. Yüzünde, boğazında hiçbir iz kalmamış. Kalsaydı çok üzülürdüm, bu yüzden geçtiklerine seviniyorum ama senin bu acıları gerçekten hissettiğini unutamıyorum. Neyse... sana güzel şeylerden bahsetmek istiyorum." Yüzüne doğru eğilip hayranlıkla ve gerçek bir aşkla kirpiklerini, elmacıkkemiklerini izledim. "Sana bir arkadaş buldum, biliyor musun? Adı Nil."

O arkadaşını görecek miydi, bilmiyordum. Fakat öyle bir arkadaşı olduğunu bilmesini istiyordum. Yüzünde bir küçük hareket görmek için bakındım ama ne yazık ki göremedim. Duymuyor, belki de hissetmiyordu.

Güneş batarken ben ona anlatmaya devam ettim. "Nil ile tanışmamız çok garip oldu Karina, onu sana benzetiyordum. Belki de benzettiğim şey birisinin ona acımasızca davranmasıydı, onun yerine seni koyuyordum..." gözyaşım yanağına düşünce, sanki onun gözyaşıymış gibi üzülüp sildim yanağını. "Onunla tanışmamız beni hiç ummadığım birisine götürdü, eğer uyanırsan... belki onu da görürsün."

Uyanırsan... beni de görürsün.

Yüzüne biraz daha alçalıp yanağından öperken kokusunu içime çektim. İlaç kokusunun derinlerindeki o bebek kokusunu alınca hıçkırıp bir daha kokladım. Biraz olsa da o kokuyu almıştım, içime çekmiştim. İşte şimdi dünkünden daha huzurlu ölebilirdim.

"Eğer uyandığında o acıları hatırlayacaksan, canın yanacaksa... Uyanmanı istemeye devam edebilir miyim, bilmiyorum..." kokusunu bir daha içime alıp burnunun ucuna öpücük bıraktım. 

Ona yakın durdukça sarılma isteğim artıyordu ama vücudu hassastı, doğrulamazdı. İncitmeden uzaklaşırken kapının aralandığını duyup baktım. O sırada güneş iyice batıyordu. Angel açtığı kapıdan önce bana, sonra Carlos'a baktı. "Ne zaman gideceksin?"

"Gitmem mi gerekiyor?" dedi Carlos.

"Bence git," dedi Angel ve bana döndü, yataktaki Karina'ya bakarak konuştu. "Sen de saatlerdir buradan ayrılmadın, kalkmadın. Bir şeyler ye, dinlen. Ben Karina'nın yanında kalırım."

Hemen reddettim. "Hayır hayır, bırakmam kızımı."

Yengem içeriye girdi. "Canım, ben bekleyeceğim, güvenmiyor musun bana? Günlerdir uykusuz ve yorgunsun, üstelik açsın. Bayılıp kalsan bu prensese nasıl faydan olacak? Aksine, hissedip üzülür."

Eğilip kızımın elinden öptüm. "Bırakamıyorum onu. Çok özledim, doyamıyorum. Senelerce kalırım burada biliyor musun?"

"Biliyorum," diyerek omuzlarımdan kavradı ve yorgun vücudumu kaldırdı Angel. "İmrendim anneliğine, hatta hayran kaldım. Hem izin verirsen... Marianne de Karina ile tanışmak istiyor."

Yengemin döndüğü yere bakınca Marianne'in çekingen şekilde buraya yaklaştığını gördüm. Üzerinde beyaz askılı ile yüksek bel kot pantolonu vardı. Uzun, sarı saçları kollarına ve göğüsleri üstüne yayılmıştı. "Ben... Karina'yı göreceğim, izin verirsen."

Marianne ile Karina'yı hiç konuşmamıştım ama duyumları olduğu belliydi. Başımı yavaşça salladığımda gülümseyerek girdi ve yatağa yaklaşıp Karina'ya bakarken, "İyi mi?" diye kısık sesle sordu. "Uyuyor mu? Ne zaman uyanır?"

"Bilmiyoruz," dedim uyuyan güzelime bakarak. Uyuyan güzel... Tabii ya, Karina'm o. 

"Angel haklı, Karina'nın yanında biz dururuz. Sen biraz dinlen.”

Yengelerimin ısrarına karşı koyamaz hale geldiğimde dönüp kızıma baktım ve sonra ayrılamayacağımı anladım, kafamı iki yana sallarken de Angel beni kaldırdı. "Odana tepsi çıkardım, lütfen biraz ye. Odana çıkarken dört kat çıktım, çorbayı kendim yap..."

"Sara yapmıyor muydu?" dedi Marianne ve Angel ona bakınca sesi kısıldı. Yengem tekrar bana dönüp kıkırdadı. "Bakma sen ona, hâlâ benimle Sara'yı karıştırıyor."

Angel'ın bu çabasına daha fazla karşı koymadım, zaten biraz sonra beni kendisi sürükleyecekti. Odadan çıkmak üzere yürürken Carlos da arkamdan gelmeye başladı. Dönüp dönüp Karina'ya baktım, Angel ona eğilip sessizce sevgi sözcükleri sıralarken odadan kendimi güçlükle çıkardım. Tam altı kez dönüp dönüp bakmıştım.

Koridora çıkınca geri dönmemek için hızlıca odama yürüdüm. Bu sırada Carlos'un peşimden ilerlediğini görünce de omuz hizamdan ona baktım. "Odama gelmeyi mi düşünüyorsun?"

"Daha önce girmişliğim var."

Herhalde kendimi kızıma açarken yumuşak oluşum insanlara nasıl birisi olduğumu unutturmuştu. Kayıtsız gözlerle bakarak, "Bir daha bunu söyleme," diye uyardım.

Yorgun bir iç çekti. "Konuşmak için arkandan geliyordum, abartma."

"Konuşacak pek bir şey kalmadı," dedim esneyerek. Elimin tersini ağzıma kapattım. "Çok yorgunum, yemek yiyip duş aldıktan sonra Karina'nın yanına döneceğim. Dilersen git, yarın yine gelebilirsin."

Gitmekten başka yapabileceği bir şey olmadığı için karşı koyacak cümleler sarf etmedi. Huzursuz ve isteksiz şekilde başını salladı. "Bir şey olursa, gözlerini açarsa beni direkt aramanı istiyorum."

"Hıhı," dedim arkamı dönerek. Bir daha esnedim, yorgun şekilde odamın kapısını açarken de Carlos'un orada kaldığını fark ettim. Biraz daha kalabilirdi ama sonunda gidecekti.

Odama girince tepsideki yiyecekleri gördüm. Aklımı ve kalbimi kızımın yanında bırakarak koltuğa oturdum, tepsiyi kucağıma koyup kâsedeki çorbayı ve tavuklu nachosu yedim. Fakat ikisini de yarıda bıraktım, kızım diğer odadayken burada olmak içime hiç sinmiyordu. 

Ben tepsimi bırakırken Sara geldi, küveti hazırlamak için izin istedi; Angel yollamış olmalıydı. Onu onayladım ve dolabımdan temiz bir gecelik indirirken Sara benim için küveti hazırladı. Büyük banyom sabun kokmaya başladığında soyunarak küvete girdim, Sara'yı aşağıya yolladım. Odamda, banyomda yalnız kalınca köpüklerin içinde oturarak koluma baktım. İzler, kendimi öldürmek isteyişim... Aman Tanrı'm, ya ölseydim? Ya Karina'nın kurtarılmaya ihtiyacı varken ben ölseydim ve onu asla kurtaramasaydım?

Mutluluk ve acıyla ağladım, daha fazla duramadım. Küvetten hızlıca durulanıp çıktım ve bornozumu giyip kuşağını bağlarken ıslak ayaklarla odama geçtim. Fakat daha üç adım atmadan loş odamda birinin varlığını hissettim ve başımı kaldırıp bakınca Deren'i, elinde geceliğimi tutarken buldum. İri elindeki geceliği okşarken bir an duraksadı ve geldiğimi fark edip omzunun üstünden bana döndü, odaya peşimde sürüklediğim sabun kokusunu içine çekerek gözlerini üzerimde gezdirdi.

Yutkunup ellerim bornozumun kuşağını sıkarken, "Odama nasıl girebildin?" diye sordum. 

Deren gözlerini tepeden tırnağa üzerimde dolaştırırken cevabı için beni bekletti. Ağır ama hırıltılı nefesler alıyordu. Gözleri boynuma takılı kalınca, daha telaşlı yutkunup hızlıca kapıya yürüdüm. Odamın kilidini çevirip endişeyle gözlerine baktım. "Abilerim her an gelebilir Deren. Seni burada görürlerse öldürürler."

"Şu an abilerin, düşündüğüm son şey."

Geceliğimi aldığı yere yavaşça bırakıp bana yürümeye başladığında yüzümden düşen damlaları sildim. Kurulanamamıştım, vücudumdan yere su damlıyordu. Bana yürürken üzerini değiştirdiğini fark ettim. Siyah ceket ile pantolon, ceketi içine de gri gömlek giyinmişti. Kravatı çıkarmıştı, zaten zor tahammül ettiğine emindim. Geri adım atmamak için direnip tek kaşımı kaldırınca, Deren karşımda durup yüzüme yakından baktı. Damlalar cildimden beni kaşındırarak iniyordu ama kendimden taviz vermek istemediğim için kıpırdamıyordum. O sırada Deren biraz daha eğilip, burnumun ucuna kadar inen su damlasına dudaklarıyla dokunarak hafifçe yaladı. "Ben de banyo yapmıştım. Bilseydim beraber yapardık."

Burnuma dokunan dudaklarının sıcaklığı gözlerimi kapatma isteği oluştursa da başka bir durumu düşünüyordum. Islak elimin tersini alnına koydum ve benim yerime Deren gözlerini kapatırken, "Hâlâ biraz ateşin var," diye fısıldadım.

"Seni görünce vücudumun ısı seviyesi her zaman yükseliyor," dedi, dudaklarını burnumdan yanağıma kaydırarak. Dudaklarının gidişatını takip ederken elim alnından düşüp omzunu tuttu ve Deren başını boynuma gömüp ıslak tenimden kokumu içine çekti. "Âşığım diye mi ne..."

Güçlü omzunu sıkarak yüzümü, önümdeki gömlek yakasına yaklaştırdım. Aramızdaki yoğun dürtüsel ihtiyaca direnemiyordum, onun da böyle hissettiğini biliyordum. İlişkimizin daha sorgulanmayan, konuşulmayan, alev kadar hızlıca aksiyon alınan kısmıydı bu tensel yakınlaşmamız. Yüzümü gömlek yakasına sürterken, "Biraz dinlenirsin diye düşünmüştüm," dedim. 

"Seni ve... Karina'yı merak ettim," dedi açıklama olarak ve kızımın adının dudaklarından dökülmesine hayran kalırken, Deren boynumdan akan bir damlayı daha dilinin ucuyla yaladı. "Uyumak için gözlerimi kapattığımda gözlerimin önündeydin. O dakika yapacak bir şeyim yoktu, çıkıp geldim."

Söylediği gibi banyo yapmıştı, temiz ve bakımlı kokuyordu. Dudaklarım kazayla âdemelmasına çarpınca yutkunuşunu dudaklarımda hissettim ve bunun verdiği hazla inlerken, Deren'in bacaklarımın arasına çarpan ağırlığını fark ettim. Benim için yer ve zaman ayırt etmeden hazır olması hoşuma gidiyordu. Karanlıkta, aydınlıkta, aşıkken ve nefret ederken bile...

Gözlerimi kapatıp, Deren elini belime götürüp beni sıkarken başımı arkaya doğru yatırdım. Ben uzaklaşınca yüzü boynumdan kalkmış oldu ve ondan uzaklaştığım için sinirle bana baktı. Omzundan uzaklaştırdığım elimi aralık dudaklarına götürdüm ve dudak çizgilerinin kenarlarını okşarken, "Nil'i benim yerime öptün mü?" diye sordum.

Dudakları, ağzının çevresindeki parmağımı yakalamaya çalışınca oyunbozan şekilde uzaklaştırıp sırıttım. Bunun üzerine gözlerini kıstı. "Öptüm," dedi ve aniden çarpık şekilde sırıttı. "Nil de kendisi için seni öpmemi istedi."

Dudağındaki o sırıtış bana benimle eğlendiğini işaret etti, çok uzun zamandır benimle eğlenmiyordu bile. Parmağımı tekrar ağzına yaklaştırınca Deren parmağımı bir daha kavramaya çalıştı ama yapamadı, buna da ben sırıttım. "Nil'in böyle bir şey dediğini düşünmüyorum, çünkü onu öperken benden gelen bir öpücük olduğunu söylememişsindir."

Sırıtışı kayboldu ve onunla alay ettiğim parmağıma baktı. "Söyledim, o da seni öpmemi iletti. O yüzden öpmem gerekiyor. Nil için."

"Beni öpmek için Nil'i kullanıyorsun," dedim.

"Hayır."

"Evet."

"Kesinlikle hayır."

Mutlu hissettiğim için gülüşüm dudaklarımdan kopup geldi. Deren gülüşümü yakalarken aynı zamanda dudağıyla parmağımı da yakaladı ve parmak ucumu hafifçe ısırıp gülümsememi izledi. "Seni ilk kez falan güldürdüm galiba."

"Bu kadar şaşırma," dedim ve yakaladığı parmağımla dudağının çıkıntısını okşadım. "Sen birçok duygumun ilkisin."

Nefesi kesilip derin derin gözlerime bakıyorken ellerimi ve vücudumu ondan uzaklaştırdım. Arkamı dönüp giyinme bölümüne ilerlerken de Deren rahatça ardıma düştü. Pes edeceğini umdum ama ben geniş, kıyafetlerin dışarıdan göründüğü cam vitrinli dolabımdan kıyafet seçerken daha da yaklaştı. Bu yüzden omzumun arkasından ona döndüm. "Üstümü değişeceğim, çıksan mı acaba?"

"İçeriye bıraktığın geceliği giymeyecek miydin?"

"Evet, doğru ama Karina'nın yanına gideceğim, korumalara öyle görünmek istemediğime karar verdim."

"Peki ya korumana?" Dudağını ısırarak yüzüme düşen saça baktı.

"Kendisi izinsizce odama girdi, aslında bunun cezası ölüm." Önüme dönüp rahat bir kıyafet aldım. 

Omuzları düşük, bebek mavisi elbiseyle geniş aynama yürürken ona yandan bir bakış attım. Alay ediyordu ama sanırım beni hâlâ affedemiyor olduğu için duygularını yüzüne yansıtamıyordu. Tamamıyla esnek olup rahatça davranamıyordu, güzel bir şey söylediğinin birkaç dakika sonrasında pişman oluyordu. Kötü bir şey söylediğinde de. Yine de aramızdaki hafifliği devam ettirmek istedim. "Gün içinde yüz kez falan öldürürüm, diyorsun farkında mısın?"

Bir an öyle olup olmadığını düşünüyormuş gibi gözlerini kıstı. "Galiba biraz şiddet yanlısıyım."

"Hayır, sakın saçmalama." Elimi kaldırdım. "Sen çok sevecen bir adamsın."

Yavaşça yürüyüp vitrinin ardındaki kıyafetlerimi süzerken, "Benimle alay etme," dedi. "Öpücüğümü ver, gideyim."

Giyinmek için aldığım çamaşırlarla beraber aynanın karşısına geçtiğimde Deren'in yansıması da aynaya düştü. Bakışlarımız orada kesişirken saçlarımdan ve yüzümden hâlâ sular damlıyordu. Beyaz, transparan çamaşırımı giyinmek için eğilirken gözleri vücudumun üzerinde kaydı ve bacaklarımı, kalçamı izlerken, "O nasıl bir çamaşır?" dedi, rahatsız sesle. "İçin görünür."

"Bence seksi," dedim ve çamaşırımı vücuduma giyinip doğrulunca gözleri bir daha gözlerime tırmandı. Kaşlarını sertçe çatmıştı ve ensesini kaşıyordu. Evin içinde sutyen giymeyi lüzumsuz bulduğum için bornozumun kuşağını açtım ve ona, "Arkanı dön," dedim.

Deren karşı koyacakmış gibi göründü ama gözlerimde gerçekten bunu istediğimi gördüğünde itiraz etmedi, neticede bedenimle ilgili bir karardı. Gergince topukları üzerinde yükselip alçalmasını, ensesini kaşımasını izlerken bornozu yere düşürüp elbiseye uzandım. Yumuşak kumaşı başımdan geçirerek vücuduma oturttuğumda, Deren'in kafasını arkaya atarak gözlerini yumduğunu gördüm. Gömlek yakasındaki bir düğmeyi açıyordu. "Her şeyi yapan sensin ama her türlü sınava tabi tutulan neden benim..."

Elbisenin üzerini düzeltip nemli saçlarımı arkama attım ve içeriye yürürken, Deren de adım seslerimi dinleyip peşime düştü. Odama döndüm ve heyecanlı şekilde makyaj masama yöneldim, kızımla beraberken sık sık kullandığım parfümlerimden birisini pudraladığım boynuma, enseme, bileklerime sıktım. Elbisemin yumuşak kumaşı vücudumu sararken, gözlerimiz bir daha beni izleyen Deren’le çarpıştı. Elleri cebindeydi, bu kez alay etmeden, bir şey üzerinde düşünüyormuş gibi bakıyor ve dudağının kenarını ısırıyordu. "Ne?" dedim.

Dalgınlığından kurtulmuş gibi gözlerini kırpıştırıp kafasını iki yana salladı. "Öpücüğüm?"

Bir iki saniye koridoru dinledim, hâlâ bir ses gelmediğini duyunca Deren'e ilerlemeye başladım. Gözlerinin, yanına gitmemi heyecanla beklemesine gülümsedim. Son iki günümün çoğunda gülümsemiştim ve bu onu şaşırtmaya devam ediyordu. Karşısında durunca yüzümü sol tarafa çevirip yanağımı gösterdim. "Nil için öpebilirsin."

"Yanağından değil," dedi.

Kalbim çarptı ve gözlerim ona çevrildi. İstemsizce dudaklarına baktım ve ne kadar öpmeyi, öpülmeyi istediğimi düşünürken göğüskafesimi sıcaklık sardı. Deren hızla inip kalkan göğsüme bakarak dudağının kenarını kıvırdı. "Şu an nerenden öpeceğimi düşünüyorsun?"

Böyle yaparsa uysal kalamazdım. "Onu değil, seni işten atsam mı, diye düşünüyorum. Patronunum."

"Kovman bir şeyi değiştirmez. Koruman olmak için senden icazet almıyorum zaten."

"İcazet ne?"

Bana gelişiyle beraber daha da yakınlaştık. "İzin."

"Benden izin almıyorsun yani öyle mi? Sen benim itibarımı çok hafife alıyorsun." Kollarımı göğsümde kavuşturuyordum ki, Deren sol bileğime uzandı. Hızlı ama nazikçe kavramıştı. Beni kendisine çekerken gözlerini sol koluma indirdi ve kesik izlerini incelerken bakışları burada değilmiş gibi uzaklaştı ruh halinden. Bu izlerde kendisini görüyor muydu acaba? Ben görüyordum. 

Kalp kırılıyorsa ruh incinir, ten çizilir.

Kolum aramızda askıda kalırken Deren de yüzünü eğdi ve dudakları en üstteki çiziğe dokununca neremi öpeceğini anlamış oldum. Sıcak dudakları hâlâ nemli olan tenime çok yumuşak temas etmişti, hatta beni ilk kez bu kadar hafif öptüğünü hissediyordum. Hiçbir zaman kalbi yokmuş gibi öpmezdi ama şimdi kalbi benimmiş gibi öpüyordu. Benim kalbim kızımın, Deren'inki benim... Öyleyse düşünüyorum, onun da kalbi Karmen mi?

Dudakları dokunup uzaklaştıktan sonra bırakmamasını içimden diledim. Deren, ağzı hâlâ kolumun hizasındayken kara gözlerini kaldırıp onu izleyen gözlerime baktı. Bakışlarım yumuşamıştı, sanırım bunun bir icazet olduğunu anladığı için ikinci kez, bu sefer diğer makas izine dokunup dudaklarını sürttü, ben titreyen bir soluk alırken de sıcacık öptü. "Ben senin tenindeki iz oldum, sen benim ruhumdaki iz."

"Ben senin ruhunda yalnız bir izim, sense benim ruhumun kendisisin."

Dudakları tenimden kopmadan önce gözleri radikal şekilde gözlerimi buldu. Ana, bana döndüğünü bakışlarında yaşadığı çatışmadan anladım. Sözlerim bir dokunuş gibi ona temas etti ve doğrulup kolumu bırakmadan, gözlerini kırpıştırdı. "Karmen," dedi sonra da, sanki acı çekiyormuş gibi yüzünü buruşturarak.

"İnanmıyorsun," dedim yaralı bir ifadeyle.

Bir cevap veriyordu ki kapımdan gelen tıklamayı duydum. Deren’le hapsolduğum duygu durumundan irkilerek çıktım ve o da kolumu bırakıp kapıya bakarken omzumun üzerinden arkama döndüm. Sesimi sabit tutmaya çalıştım. "Hazırlanıyorum, n'oldu?"

"Benim," diyen Noah'ın sesini duyunca Deren'e döndüm ve hiç konuşmaması için parmağımı dudağıma kapatarak hemşirelerin sessiz ol işaretini yaptım. "Biz geldik Karmen, aşağıya in de konuşalım bebeğim."

"İniyorum Noah," dedim aceleci olmamasını umduğum bir cevapla.

Abimin uzaklaşmasını bekledim, ancak asansör sesi duyunca rahatlayıp elimi dudağımdan indirdim. Abimin gelişi Deren'i pek etkilememişti ama yine de burada olduğunu işaret eden bir harekette bulunmamasına sevinmiştim. Daha fazla burada vakit kaybetmeden giyinme bölümüne yürüdüm, alçak topuklu bir ev ayakkabısı alıp ayaklarıma geçirirken Deren göz ucuyla ayaklarımı izledi. "Evde niye ayakkabı giyiyorsun?"

"Kültürlerimiz farklı, bizde böyle. Ayrıca siz eve de ayakkabıyla giriyorsunuz."

"Dışarıdan ayakkabıyla girmek ayrı, evin içinde giyinmek için ayakkabı seçmek ayrı. Ve sizinki çok saçma." Saçma demesini biliyordu ama gözlerini bacaklarımdan, topuklu ayakkabılarımdan çekmiyordu.

"Sus, kovarım."

Doğrulup çıkmak için onun yanından geçerken saçlarımı omzunun üzerinden arkaya doğru savurdum. "Topuk seslerimi takip et."

Ben odamın kapısını açıp çıkınca Deren ancak birkaç saniye sonra arkamdan gelmeye başladı. Koridorda topuk seslerim çınladı ve Deren istediğim gibi o sesi takip etti. Abilerimin yanına inmeden önce tekrar kızımı görmek istedim, heyecanla üç adım daha attım ve kapıyı açınca Angel ile Marianne'i buldum. Odadaki sarı kadife döşemeli koltuğa oturmuş, hayranlıkla Karina'ya bakıyorlardı.

Ben de hemen çok özlediğim kızımı seyrettim.

Tanımlamayan duygulardan nasıl bahseder insan? Tanımlayamadığın bir hissi nasıl izah edersin? 

O kadar güzeldi ki... Sanki Tanrı'm onu yaratırken bir melekten esinlenmişti.

"Karmen," dedi beni fark eden yengem. "Biraz uyusaydın canım, biz buradayız zaten."

İçeriye kadar girerken Deren'in eşikte kaldığını görmüştüm. Elini kapının kenarına koymuş, kızımı izliyordu. Yanına yaklaşıp Karina'nın elini tuttum ve esinlenilmiş güzelliğine bakarken zayıf düştüm. "Bir gün senin hemşiren olacağımı hiç düşünmezdim. Ama şimdi hemşirenim, şifanım, sen ise benim en güzel hastamsın."

Dizlerimin üstünde eğilip elini üç kez öptüm.

Mutluluk ve hüzün yaşımı kimse görmesen yanağımdan sildim. Tekrar doğrulup kızımın saçlarını, üstündeki çarşafını düzelttim. "Ben şimdi dayılarının yanına gidiyorum, birazdan geleceğim."

"Aaa, kocam mı geldi?"

Angel'ın heyecanlı sesini duydum ve ona dönünce bağırarak konuştuğu için elini dudaklarına kapattığını gördüm. Marianne de Noah'ın gelmiş olmasından dolayı heyecanlanmıştı. "Neyse, ben kocamı daha sonra görürüm, şimdi önceliğimiz Karina."

Ona minnetle baktım ve Marianne'e göz kırpıp ardıma döndüm. Deren hâlâ Karina'yı izliyordu. Dudağındaki kıvrımı gördüm, bu Karina'ya ilk gülümsemesiydi. Şefkat ve sıcaklıkla bakıyordu. Onu benim kalbime getiren her zaman bu merhamet ve şefkati olmuştu. Kalbimden götüremeyen de, ne yaparsa yapsın orada kalmasını sağlayan da...

İzlenildiğini anlayan Deren gözlerini bir kez kırpıştırıp bana yan bir bakış attı, gizli bir şey yaparken yakalanmış gibi yanakları kızardı. "İkinizi bir arada izlemek... çok güzel."

Yanından geçerken, bu söylediği karşısında teşekkürümü iletmek istedim. Tırnaklarımı gömleği üzerinden karnına sürtüp göz kırptım ve asansöre ilerlemeye başladığımda, sessizce inleyerek topuk seslerimi takip etti.

Asansöre binerken, "Şoförümü de götürmüşlerdi, umarım getirmişlerdir," diye serzenişte bulundu kendi kendine. "Hayır yani Yaman benim, siz niye yanınızda götürüyorsunuz..."

Zemin kata indiğimizde asansörden çıktım. "Özlemişsin, belli."

"Hayır! Yokluğunu bile... dört saat sonra fark ettim!"

"Üstelik saatleri de saymışsın..."

Bir anda elbisemin kumaşından tutup beni çekince, topuklarım üzerinde geriye sendeledim. Vücutlarımız birbirine çarpınca da omzumun üzerinden baktım Deren'e. Baktım, baktım, bakacaktım da... Sorsanız cehennem buza dönüşene kadar bakardım. En nihayetinde gözleri renklerin en koyusu, bir nefeste teslim alıyor ruhu. "Yokluğunda saatler sayılabilecek tek kişi sensin."

Avucumu kalp hizasına koyup göğsünden geriye ittim onu. "Romantizm, korumalarımla aramdaki durumlardan birisi değildir."

Göğsünü okşayarak elimi çektim ve yürümeye devam ederek oturma odasına geçtim. İçeriye attığım ilk adımda da abilerimi gördüm. Noah ve Dante keyiflice gülüyor, Salvador abim de kadehini çevirerek camdan dışarıya bakıyordu. Hepsi ceketlerini çıkarmıştı, hatta Dante gömleğinin tüm düğmelerini açmıştı. Üstlerine sıçramış kan lekelerini buradan görüyordum. Yaman ise kıyafetlerinden hiç taviz vermemiş, salonun köşesinde duruyordu. Salvador abim ile aynı anda bizi fark etti ve Deren yanımdan geçip ona ilerledi. "Telefonlarımı neden açmadın?"

"Şarjım bitmişti," diye hesap verdi Yaman ona.

Deren bir elini cebine koyup Yaman'ı baştan aşağıya süzdü. "Bugün de ölmemişsin, hatta yaralanmamışsın bile," dedi üzülerek.

"Bugün biraz ayrı vakit geçirmemiz iyi oldu," dedi Yaman, ona alışmış gibi bir bıkkınlıkla bakarak. "Noah’la yakınlaştık."

Dönüp abime bakınca, Deren tek kaşını kaldırdı. "İtalyanca bile bilmiyorsun, nasıl yakınlaşabilirsiniz?"

"Nazik, sevimli adam. Ona Türkçe bile öğrettim."

"Ne öğrettin lan?"

"Deren Ateş bir piç."

Salvador abimin yanına yürürken, abilerim de bana döndü. Hepsinin yüzünde bir zafer ifadesi vardı, kadehlerini bu yüzden doldurmuş olabilirlerdi. Salvador abim elindeki kadehi bana kaldırarak, "Karina'ya," dedi. Karşısına geçtiğimde beni kendisine çekti ve elimin üstünden öperken gözlerime sırıtarak baktı. "Karina'nın, evine dönüşüne."

Abimin gözlerine bakarken hafifleyip gülümsedim, sonra göğsüne yaslanıp ona minnetle sarıldım. Avuçlarım kanlı gömleğini kucaklarken, "Döktüğün kanın her bir damlası için teşekkür ederim," dedim.

Abim, kolunu kafamın arkasından omzuma atıp alnımdan öptü. "Senin için kendi kanımı bile dökerim."

"Salvador!" dedim gözlerimdeki yaşlarla.

Noah, bana arkamdan sarılıp eğildi, omzumdan öpüp kafamın üstüne gülümsedi. Etrafımı süper kahramanlar çevirmiş gibi hissediyordum. "Ben tüm İtalya'nın kanını dökerim."

Dante eğilip kadehini orta sehpaya bıraktıktan sonra abilerimi üzerimden itti, beni kendisine çekip ayaklarımı yerden kesti. "Ben tüm dünyanın."

Alkolün ve zaferin vermiş olduğu hafiflikle gülümsüyor, şakalaşıyorlardı. Beni indirmesi için yumruğumu omzuna vurarak, "Eminim Tanrı bunu takdir etmez," dedim esprili şekilde.

"Bu zamana kadar takdir ediyor muydu sence?" Dante belimin iki yanından tutup beni Noah'a doğru fırlattığında, kısa bir çığlık attım ve Noah beni havada yakalarken, Deren'in hâlâ Yaman'a kızdığını gördüm. "Tamam, ben piç olabilirim, varsayalım öyleyim... Sen neden bunu Noah'a söylüyorsun?"

"Ha, piçsin yani?" 

Deren, Yaman'ı gömleğinden kavrayınca, Yaman bir daha bıkkınlıkla inledi ve o sırada beni yere bırakan Noah, "Piç," dedi, onları duyup. Deren ve Yaman aynı anda ona döndü. "Deren Ateş bir piç."

Noah kendi söylediğinin bile ne olduğunu bilmezken, Dante ile Salvador da anlamayarak dudak büktü. Fakat ben eğlenmeye başlamıştım, altdudağımı ısırarak gözlerimde bir parıltıyla Deren'e bakarken, Yaman da sırıtarak Deren'in ellerini yakasından çekti. 

"Ne öğretmişsin lan adama? Slogan gibi söylüyor!"

Yaman omuzlarını silkti. "Yetti artık beni it yerine koyduğun, bundan sonra böyle."

Deren yumruklarını bir daha sıkınca, "Beyler," dedim yüksek sesle ve salondaki tüm erkekler bana dönünce köşedeki içecek dolabına ilerledim. Yansımam evin yüksek tavanlı camlarına düşmüştü. "Kızımı buldum, yardımlarınız için teşekkürler. Fakat sırada Mark ve diğerleri var." Kendime bir kadeh konyak koyup içine birkaç küp buz attım. "Abi, onlar kaçamayacak durumdalar değil mi?"

Hepsi sessizleşti ve Salvador abim, "Evet," dedi. "Eski kumarhanenin alt katındalar, içeride ve dışarıda yirmiden fazla koruma var."

O kumarhaneyi beş sene önce kapatmıştık, gerektiğinde yalnızca zemin katını kullanıyorduk. İçerisi havasız ve karanlıktı, vahşi bir şeyler yaşanmış hissi verirdi her zaman. Konyağı tepeme dikip dışarıda yanmaya başlayan ışıklara baktım, akşam yediden sonra lambalar kendiliğinden açılıyordu. "Kızımı bulduğumu hâlâ bilmiyor değil mi?"

"Hayır," dedi Dante. "Hâlâ aradığını sanıyor."

"Aptal." Gülsem de içimde derin bir hınç vardı. Mark'ı asla beni acıttığı kadar acıtamayacaktım. "Ona ihtiyacım olduğunu, öldüremeyeceğimi sanıyor. Bense her gün başka şekilde öldüreceğim onu."

"Bir kez de ben öldürebilir miyim?" diyen küçük abime döndüm ve bana güzel gülümsemesini sunduğunu görünce, başımı salladım. 

"Karmen ne anlattı, çevirir misin?" dedi Yaman Deren'e, kısık kısık.

"Çeviremem! Git Noah çevirsin!"

"O Türkçe mi biliyor Deren..."

Deren'in varlığını yok sayamayarak ve bir kulağımla onu dinlemeye devam ederek Noah'a yaklaştım. Kadeh elimde çalkalanırken, "Karina'nın bazı kıyafetlerini buraya getirmiştin," dedim. "Bir oyuncağı vardı, beşiğindeydi, geceleri onunla uyurdu. Sen... onu getirmedin değil mi? Ben bu evde hiç görmedim."

"Öyle bir oyuncak getirdiğimi hatırlamıyorum."

Ben de görmemiştim ama bir umut, belki geldiğinde gözden kaçmıştır diye sormuştum. Anlayışla başımı sallayıp cama döndüm ve konyağı bir daha kafama dikerken, yansımamın arkasındaki Deren'i gördüm. Başparmağıyla altdudağını kaşırken kısık gözlerle yansımamdaki gözlerime tutunmuştu.

Salvador abim, "Deren," diye seslendiğinde bakışları öyle koptu benden ve sağ tarafta duran abime baktı. "İki gündür geceli gündüzlü çalışıyorsun, artık evine gidebilirsin." Yaman'a göz attı. "Onu da götür."

Deren, abimi baştan aşağıya süzdü. "Onun bir adı var, Yaman."

Yaman adı geçince Deren'e döndü. "Küfür mü ettin bana?"

Deren bir İtalyanca bir Türkçe konuşmaktan usanmış şekilde ona döndü. "Hayır, seni savundum."

"Hassiktir oradan," dedi Yaman, inanmadan.

"Hey," diye bağırdı Dante, deri, geniş koltuğa rahatça yerleşirken. "Evimde sesinizi yükseltmeyin. Abimi duydun, siktirip git."

Deren Türkçe, "Bir sikeceğim," diye homurdandı.

Burada daha fazla kalmak istemiyordum. Kızımın yanına dönmeliydim. Kadehteki son yudumumu da aldım ve Sara'nın masayı hazırladığını görürken kadehimi bırakıp asansörlere yürüdüm. Yanından geçtiğim Deren, elbisemin yürürken uçuşan eteklerine doğru bakıp dudaklarını yaladı. "Gidince Nil'i benim yerime öp," dedim yeniden.

Bana doğru bir adım attı ve abilerimin üçü de ona bakınca, olduğu yerde kalmakta karar kıldı. "Bu Nil'in de seni öpeceği anlamına gelir."

Kastettiği Nil yerine beni öpmekti. Sinsiliğine göz kıstım ve sonra arkamı dönüp koşmaya başladım. Doğrudan asansöre ilerledim, erkekler arkamdan bakarken gelen asansöre binip malikânenin en üst katına çıktım. Koridora geldiğimde kalbim çarparak kızımın kaldığı odaya ilerledim. Kapıyı açıp içeriye girişim cennete girmişim gibi hissettirdi.

Doğrudan yatağa, uyuyan güzelime baktım ve benim geldiğimi gören Angel köşedeki koltuktan sessizce kalktı. Marianne odadan ayrılmıştı. Yatağa ilerleyip köşesine oturdum ve kızımın eline dokunup avucuma aldım. "Evindeki ilk gecen bebeğim, tekrardan hoş geldin."

Angel oturduğum yere gelip eğildikten sonra bana arkamdan sarıldı. Yanağımdan seslice öptü. "Bir şeye ihtiyacın var mı? Konuşmak ister misin? Seninle kalabilirim."

"Salvador'un yanına gitmek için dakikaları saydığını biliyorum," dedim ve başımı kaldırıp bakınca kızıl saçları yanağıma çarptı. "Bu gece sadece kızımla konuşacağım."

Yanaklarımı sıkıp beni sevecen şekilde bir daha öptü ve uzaklaştığı sırada kapı tıkladı. Beraber arkamıza döndük ve izin verdiğimde kızımın odasının kapısı açıldı. Salvador abim başını içeriye uzattığında yengemin kalp atışlarını neredeyse duyuyordum. Abim Angel’la göz göze geldi ve bakışları kısılarak içeriye girdi, yengem parmak uçlarında ona koşunca abim onu havada yakaladı. Yüzünün altından tutup dudaklarından tek nefeste öptü. Geri çekildiğinde elleri onu belinden sıkıca kavramıştı. "Tüm evde seni aradım, buradaymışsın."

"Senden saklanıyordum," diyerek kıkırdadı ve ellerini abimin göğsünde gezdirdi. "Bu kan senin değil, değil mi?"

"Hayır, endişelenme." Abim elini, onun kızıl saçlarının arasına daldırıp yanağına eğildi, gözlerini kapatarak öptü. "Beni kimse vuramaz."

"Ben bir kere kazayla vurmuştum," dedi kıkırdayarak. Evet, abim ve yengem henüz evlenmeden önce Angel abimi kolundan kazayla vurmuştu. Abilerim ve ben buna o kadar gülmüştük ki, abim bir süre bizim suratımıza bakmamıştı.

"O benim en sevdiğim yaram, izim," dedi Salvador, yengemin kızıl saçını parmağına dolayarak.

Karina, uyanıp şunları ayırır mısın? Bu iş ileriye gidiyor.

Kızıma döndüm ve eli benim avucumda terlerken abimin de bana doğru yürüdüğünü hissettim. Yatağın başında durup yeğenine baktı, sonra eğilip onun yıpranmış saçlarını okşadı. "Seninle bir anlaşmaya varalım. Sen uyan, ben de tüm Sicilya'yı senin kalbinin tekrar attığı şehir ilan edeyim."

Abimle beraber Karina'nın her nefes alışında yükselen kalbine baktım. Onun yüzünün yanlarını okşayıp doğruldu ve bana yaklaşıp alnımdan öpmek için alçaldı. "Sana bunu teklif etmiyorum, senin kalbinin tekrar nerede attığı açık."

Abimin birkaç günlük kirli sakalları yanaklarıma sürtünürken gülümsedim ve o yengemle beraber odadan ayrılırken arkalarından baktım. Sonra uzanıp gece lambasını açtım, sarı bir ışık etrafımı aydınlatınca Karina'nın yüzüne düşürdüğü gölgelerini izledim. "Beni hisset Karina. Yanında olduğumu hisset. Seni sevdiğimi hisset. Pişmanlığımı hisset. Kalbimin senin adınla attığını hisset."

Gülümseyerek koluna eğildim, öpücüklere boğdum. "Yarın sana aldığım kıyafetlerden birisini giydirmek istiyorum, senin çok sevdiklerinden."

Hafif hafif karnını okşayıp onu gıdıklayarak güldürdüğüm zamanlarımızı düşündüm. "Gözlerini açmanı çok isterim ama gözlerini açamadığın için üzülme, senin elinde değil güzel kızım. Ben seni bir kez olsun gördüm ya, işte sadece bunun için dünyanın en mutlu insanıyım. Sen de dünyanın en mutlu insanının kızısın. "Gülümseyerek renk gelmeye başlayan yüzünü izledim. "Ayrıca... baban da seni seviyor, biliyor musun? O da seni kurtarmaya geldi. Hastanede bekledi, burada bekledi, yarın tekrar gelecek."

Gözyaşlarım üstüne düşünce yanaklarını sildim. Ona dokunduğuma inanamıyor, hâlâ ara ara hayretle doluyordum. "Dayınlar da sana âşık. Tüm herkes seni seviyor."

Onunla konuşacak çok şeyim birikmişti. Af dilemekten vazgeçemiyordum. Onu korumam gerekirken kaybetmiştim, çektiği acıların hepsine sebep olmuştum. Belki kızım bunun farkında değildi ama acı çekerken gelip onu almadığımın farkındaydı. "O acılara nasıl dayandın Karina? Seni o kadar dövmelerine, incitmelerine, ağlatmalarına nasıl dayandın kelebeğim? Kaç kere bu kâbustan uyanmaya çalıştın, kaç kere titreyerek uyuyakaldın, kaç kere... o kemer bedenine kaç kere..."

Ağlamamak için gözlerimi tavana kaydırdım. Burada bir avize vardı, tavana Karina için yıldızlar asmalıydım. Işığını kızımdan alırdı tüm o yıldızlar. Ellerimin tersiyle gözlerimin kenarlarını sildim ve birazdan Sara, akşam yemeği için çağırdığında katılmayacağımı, rahatsız edilmek istemediğimi söyledim.

Kızımla konuşmaya, gece olurken onun kalbini ve nefesini dinlemeye devam ettim. Anlatacak sayısız şeyim vardı ve hepsi acı doluydu. Acıyı anlatmak istemiyordum ama o yokken yalnız acı çektiğim için başka şey anlatamıyordum. O gece, istediğim gibi kimse beni ve kızımı rahatsız etmedi, saat ikiden sonra çıkan yıldızlardan en büyüğü yanımdaydı. O gece, aylar sonra ilk kez tüm ışıklar parlıyordu.

Gözlerimi kızımdan çekemediğim için uyumak aklıma bile gelmedi, malikâne sessiz ve ıssızdı. Kızımın kalbi ise bir bebeğin kalbi gibi yumuşak ve ritmik şekilde atıyordu. Geceyi onun kalbini tutarak geçirdim, saçlarında okşanmayan bir tek tel bırakmadım. Birilerinin, onun saçlarını nasıl çektiğini düşünürken gözlerim yaşlarla ışıldadı, eğilip her bir tutamını öptüm. Makineleri kontrol ettim, sabit olduklarından emin oldum, çalışmamalarından korktum. 

Günün ilk ışıkları Karina'mın odasına yansıdığında, ilk kez evimizde sabahı karşıladığı için öptüm onu. Sonra sebepsizce öptüm. Sonra çok sevdiğim için öptüm. Özlediğim için öptüm. Kırıldığı için öptüm. İyileşmesi için öptüm. Kızım olduğu için öptüm. O uyansın diye öptüm.

Güneş, Sicilya'nın doğu tarafından evi ısıtırken ve ben Karina'mın elindeki birkaç sıyrığa bakarken dışarıdan gelen araba sesini zar zor duydum. Evimizi bu saatte kimse ziyaret edemeyeceği için şüphe duyarak kalktım ve Karina'ma gülümseyip cama ilerledim, aşağıya bakınca Deren'in arabasının araziden içeriye girdiğini gördüm.

Daha gece olmadan gitmişti, sabah olmadan dönüyordu.

Beni bu kadar çok mu seviyordu?

Korumalar, onu tanıdığı için içeriye girmesine izin vermişti. Bu kadar erken dönmesi düşündürücü olduğu için odadan Karina'mı öperek çıktım ve asansörü kullanarak indim. Evdeki sessizlikte asansörün sesi çınlıyordu. Asansörden çıktığımda Deren'i düşünüyordum ve o sırada bir anda duraksadım. Gözlerim açıldı ve nefesim kesildi. Onu düşünürken... Hatırladım.

Ona neyi söylediğimi hatırladım!

Elimi şaşkınlıkla açılan ağzıma kapattım ve birkaç saniyeyi bu şaşkınlıkla geçirdikten sonra yanaklarımdaki ısıyı hissettim. Garip şekilde kızarıyordum. Yanağımı kaşıyarak doğrudan sokak kapısına ilerledim ve kapıyı açınca, her ne kadar yaz ayında olsak da sabah serinliği içeriye düştü.

Deren arabasından çıkmış, geceden kalma kıyafetleriyle buraya yürüyordu.

Ancak başını kaldırınca beni gördü ve yürürken duraksadı, ardından kaldığı yerden yanıma gelmeye devam etti. Daha da kızardım açıkçası. Kapıyı ardına kadar açıp dışarıya çıktım ve kısa saçlarım uçuşurken basamakları indim. Son basamakta durdum ve Deren de karşıma geçtiğinde, gözlerim yanında tuttuğu oyuncağa kaydı. Küçük pelüş oyuncağı bana doğru uzattı.

"Deren," diye fısıldayarak gözlerine bakakaldım. Geceden beri ağladığım için hâlâ ıslaktı kirpiklerim.

Uykusuz ama sıcak gözleriyle bana bakarak, "Evine gittiğimde bu oyuncağı Nil beşikten almıştı," dedi. "Bırakmadı o gün, ben de alamadım elinden. Madem aldı, kaybetmesin diye göz kulak oldum. Seni bugün abine oyuncağı sorarken duyunca..." duraksayıp gözlerini yumdu, açtığında daha odaklıydı gözleri. "Bu oyuncak mıydı?"

Sersemlemiş halde iki elimle birden tuttuğum oyuncağa, ardından onun sabah ışığıyla gölgelenen yüzüne baktım. Onun Nil ile eve gittiğini dahi yeni öğreniyordum, demek Karina ile yaşadığım evi ziyaret etmişti. Kalbim, o an vücudumdaki en sıcak yer oldu ve gözümün kenarından bir damla yaş aktı.

"Deren..."

Yeniden, "Bu muydu?" diye sordu.

"Deren..."

"Nil'in aldığına kızdın mı? Bir süre oynadı, hatta adını Karina koydu, Karina'nın diye. Güya Karina'ya kendisi verecekmiş ama..." Sanki ben tırtılıma kızabilirmişim gibi...

O an onun söylediklerinden çok başka bir şeyi düşünüyordum. "Deren... Deren hatırladım."

"Ne?"

"Hatırladım. Ben... seni sevdiğimi söyledim ama... bu hatalı, doğrusu böyle değil..."

Deren'in bir adım geriye gittiğini, göğsünü izlerken gördüm ve sonra kafamı hızla kaldırıp telaşla gözlerine baktım. Dudakları somurtkan bir hal aldığı gibi, gözlerinin ışığı da kaybolmuştu. Elimdeki oyuncağı sıkıp ateşime doğru yaklaşırken, "Ben seni sadece sevmiyorum, çok seviyorum," dedim. "Aman Tanrı'm... gerçekten çok seviyorum!" Sanki yeniden, yeniden fark etmiştim onu sevdiğimi. Yüzümü, Deren'in kalp atışlarına yasladım ve ateşi tenimi yalarken ona göğüskafesinden başlayarak sarıldım. "Benim kalbim Karina, ruhum sensin."

BÖLÜM SONU.